26 Temmuz 2021

Atatürk'ün sineması

Tarihçi Ali Özuyar’ın Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitabı “Gazi’nin Sineması”nda yeni belgeler ve birinci elden kaynaklardan yola çıkarak Atatürk’ün sinemayla ilişkisi, derinlikli ve bütünsel bir yaklaşımla ele alıyor. Bir solukta okunacak sürprizlerle dolu bir kitap…

Atatürk hangi filmleri izler, hangi sinemalara giderdi? Ne tür filmlerden hoşlanırdı? En beğendiği sinemacı ve oyuncu kimdi? Hangi filmi tekrar tekrar seyredip kahkahalarla gülerdi? Hangi filmde rol aldı? Yazdırdığı film senaryosu neydi?
 
Mustafa Kemal Atatürk’e dair bu merak uyandıran soruların cevapları tek bir kitapta saklı. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Ali Özuyar imzalı “Gazi’nin Sineması”, Atatürk’ün beyaz perdeyle ilişkisinin hiç bilinmeyen detaylarını gün yüzüne çıkarıyor. Sinema tarihimize ışık tutan kitaplarıyla tanınan Ali Özuyar, arşivlerin derinliklerinden bulup çıkardığı birçok ilginç bilgi ve belgeyle hazırladığı bu titiz çalışmasında hem Atatürk’ün kişisel hayatına, hem sinemayla çok boyutlu ilişkisine, hem de sinema aracılığıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına, dönemin sosyokültürel yapısına ve modernleşme yolculuğuna da yepyeni ve şaşırtıcı bir pencere açıyor.
 
Sorularımızı cevaplayan Ali Özuyar, kitabı hazırlama sürecini şu sözlerle anlatıyor: “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sinemaya ilgisi ve ona atfettiği önem az çok biliniyordu. Ancak bunların birçoğu rivayete ve anekdotlara dayalı bilgilerden oluşuyordu. Bunları derleyerek Gazi’nin sinemaya olan ilgisinin sadece bir fotoğrafı çekilebilirdi. Ben bunun biraz ötesine geçmek istedim.”
 
Özuyar, Erken Cumhuriyet Dönemi’nde sinemanın dış politikaya etkileri üzerinde çalışırken Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nden talep ettiği belgelerin bu kitabın ortaya çıkmasına vesile olduğunu söylüyor: “Gönderilen belgeler arasında Çankaya Köşkü’nde kurulan sinema salonu, Köşk’e İstanbul’dan ve yurt dışından getirtilen filmler, satın alınan sesli sinema makinesi, Gazi’nin manevi kızlarının sinema ücretleri vb. konularda az sayıda belge de bulunuyordu. Hiçbir yerde yayımlanmamış ya da bilimsel bir çalışmada konu edilmemiş olan bu belgeler, Atatürk’ün sinemaya bakışı hakkında yepyeni bilgiler veriyordu. Bunlar arasında beni en çok şaşırtan Gazi’nin sinema hakkındaki derinlikli bilgisi ve sinemaya atfettiği önem oldu. Sinemanın doğasını, toplumsal ve sanatsal işlevini, iç ve dış politikadaki rolünü ve bir propaganda aracı olarak kitleler üzerindeki etkisini biliyor; devlet başkanı olarak da sinemayı rejimin ülkede yerleşmesinde, inkılapların halka benimsetilmesinde, toplumun eğitim-kültür seviyesinin yükseltilmesinde önemli bir araç olarak görüyordu. Ayrıca sinemayı bir ‘yönetmenlik’ sanatı olarak değerlendiriyordu. Sinema dünyasındaki gelişmelerden haberdar, sinema kültürüne de vâkıftı.”
Ali Özuyar ayrıca kitabındaki bütün bu bilgi ve belgelerin Atatürk’ün iç dünyasıyla ilgili bazı ipuçları verdiğini de söylüyor: “Tüm dünya kendisini hayranlıkla izlese de etrafında hep kalabalıklar olsa da Gazi, sonuçta yalnız biri. Unvanlarından ve tarihin ona biçtiği rolden kaçamayan bir lider. Sıradan biri olmayı ve halkın arasına karışarak hayatını herkes gibi yaşamayı özlüyor. Bu özlemini Afet İnan Hanım’a ve Cemal Granda gibi hizmetinde bulunanlara söylüyor. Sık sık seyircilerin arasına karışıp film seyretmek istemesi bundan... Halkla her daim birlikte olmayı arzuluyor. Köşkte el ayak çekilip de kendi başına kaldığında sanat, özellikle de sinema devreye giriyordu. Film seyrederken duygu durumu değişiyor; karakterlerin yaşadığı olaylar ve içine düştükleri durumlar karşısında hüzünleniyor, gözleri doluyor, gülümsüyor ve kahkahalar atıyordu. Çankaya Köşkü'nün Nöbet Defteri’ne baktığınızda bunu görebiliyorsunuz. Örneğin 1933 yılının 2-30 Mart tarihleri arasında sekiz gece, geç saatlere kadar film seyretmiş. Nöbet Defteri’nde şöyle yazıyor: ‘4 Mart 1933 – Gece sinema seyrettiler ve saat 02.30’da yattılar.’”   
 
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün beyaz perdeyle ilişkisini derinlemesine mercek altına alan “Gazi’nin Sineması” kitabında daha pek çok ilginç bilgi ve anekdot yer alıyor. Bu kitap Atatürk’ün daha keşfedilecek pek çok cevheri içinde barındırdığını bir kez daha kanıtlıyor. İşte kitaptan bazı detaylar:
 
Çankaya Köşkü’nde sinema odası
Gazi başkentin soğuk kış gecelerinde mesaisine ara verdiğinde ve şayet Köşk’te bir toplantı ya da davet yoksa film seyretmeyi tercih ediyordu. Ancak sinemaya gitmeye her zaman vakit bulamadığından, Çankaya Köşkü’nün bir odasını sinema salonu hâline getirmişti. Büyük Zafer’in ardından Kinox Ernemann marka bir projeksiyon makinesi satın alınmış, Köşk’ün sinema salonuna konulmuştu. Muhafız Taburu’nda elektrik ya da projeksiyondan anlayan bir asker de sinemanın projeksiyoncusu olarak görev yapıyordu. 1927 yılının sonlarına doğru sessiz filmlerin yerini sesli filmler almaya başladı. Türk seyirciler görüntü ile sesin beyazperdede birleşmesine ilk kez 25 Eylül 1929’da İstanbul’daki Opera Sineması’nda tanık oldular. Yönetmenliğini Henry King’in yaptığı ve Eleanor Boardman ve John Holland’ın rol aldığı “Kadının Askere Gidişi (She Goes to War)” adlı sesli film adeta izdihama yol açtı. Bu yenilik 1930’lu yılların başlarında Köşk’e de yansıdı. RCA firmasından bir adet sesli sinema makinesi satın alındı. Gazi bu makine sayesinde artık Köşk’te sesli film izleyebilecekti.
 
Komedi ve müzikal dram severdi
Gazi, filmleri geceleri, daha çok da gece yarısından sonra seyrediyor ve geç saatlerde yatıyordu. Film seyretmesinin belli bir saati ve günü yoktu. Bazen her gece üst üste, bazen ayda bir film izlediği oluyordu. Ancak film seyretmeyi bir alışkanlık hâline getirmişti. Çankaya Köşkü’nde gösterilen filmler, İstanbul’daki film ithalatı ve dağıtımı yapan şirketler tarafından temin ediliyordu. Filmlerin seçimi, Gazi’nin beğendiği oyuncular ve film türleri dikkate alınarak, özel kaleminin ve film şirketlerinin tavsiyeleri doğrultusunda yapılıyordu. Gazi en çok komedi, romantik komedi ve müzikal dramlardan hoşlanırdı. Köşk’e en çok film temin eden şirket İpek Film’di. Riyaset-i Cumhur Genel Sekreterliği, istediği filmleri bir telgrafla şirkete bildiriyor ve şirket de talep edilen filmler dağıtımda ya da gösterimde değilse trenle gönderiyordu.
 
Gazi’nin komedi filmlerine ilgisi herkesçe malumdu ve gönderilen filmler içerisinde de bu türün popüler ve nitelikli örnekleri sıklıkla yer alıyordu. 1930’lu yıllarda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Amerikalı komedyenlerin filmleri revaçtaydı. Marx Kardeşler (Üç Ahbap Çavuş), Eddie Cantor (Balıkçı Osman), Laurel-Hardy filmleri büyük ilgi görüyordu. Türkiye’de bu ilgiyi katbekat artıran en önemli unsur ise dönemin ünlü seslendirme sanatçısı Ferdi Tayfur’un yaptığı eşsiz seslendirmelerdi.
 
Sinemaya gideceği haber verilmiyordu
Gazi filmleri sinemada, seyircilerle birlikte seyretmekten keyif alıyordu. Vakit bulup da seyircilerle birlikte film seyretmek istediğinde Ankara’da Yeni Sinema, İstanbul’da Elhamra, Opera ve Glorya, İzmir’de ise Elhamra (Milli Kütüphane) Sinemalarına teşrif ediyordu. Genellikle sinemaya geleceği işletmecilere önceden haber verilmiyordu. Gazi Ankara’da çoğunlukla Yeni Sinema’yı tercih ediyor, fırsat bulduğunda plan program yapmadan, film seçmeden buraya geliyordu. Sinema işletmesi de kendisi için özel bir loca hazırlatmıştı. Bu özel loca Gazi için mutena bir şekilde döşenmişti ve içinde küçük bir komodinin üzerinde elektrik lambası bulunuyordu. Gazi 1931-1935 yılları arasında kendisine ayrılan bu locada birçok kez film seyretti.
 
Kadın-erkek ilk kez İzmir’de birlikte izledi
27 Temmuz 1923’te İzmir’e gelen ve 2 Ağustos’a kadar kalan Gazi, kayınpederi Muammer Bey’in Göztepe’deki köşkünde kaldı. O seyahatte yaşananları, İzmir’de Ankara ve Lale Sinemalarını açmış olan Türkiye’nin ilk sinemacılarından Cemil Filmer anlatıyordu.
 
Cemil Bey, o gün sinemaya gelecek olan Gazi’yi karşılamak için hazırlıklara başladı. Sinemanın balkonundaki locayı Gazi için hazırladı. Güvenlik için de Gazi’nin güzergahı üzerindeki karakollara haber vermişti: “Ancak benim karakollara verdiğim haber yayılmıştı. Bütün halk kadınlı erkekli erken saatlerden itibaren Atatürk’ün geçeceği yolları doldurmuştu. Yolun her iki yakasında kurbanlar kesilmeye hazır bekliyordu, etraf mahşer gibi kalabalıktı… Kadın, erkek, Gazi’yi görmek için birbirlerini iteliyor, gözyaşları, alkışlar, haykırmalar birbirine karışıyordu.”
 
Sinemanın önünde mahşeri bir kalabalık vardı. Gazi, arabasından güçlükle inebildi ve halkı selamlayarak, onların coşkun tezahüratları eşliğinde salona girdi. İçerinin de dışarıdan farkı yoktu. Gazi, Cemil Bey’in refakatinde balkonda hazırlanan locasına çıktı.
 
Eğilerek salondaki seyircileri selamlayıp, Cemil Bey’e döndü. Kendisine "salonda neden kadın seyirci olmadığını" sordu. Cemil Bey, kadın seyirciler için haftada sadece bir gün matine yaptıklarını, kadın ve erkek seyircilerin aynı salonda olmalarının yasak olduğunu söyledi. Gazi bunun üzerine yaveri Muzaffer’e aşağı inip dışarıdaki kadın seyircileri içeriye almasını emretti: “Yaver gitti ve bir süre sonra sinemanın içi tıka basa kadın doldu. Türkiye’de ilk orada Ankara Sineması’nda kadınlarla erkekler ve Atatürk bir arada film seyrettiler. Kadınlar kendisine dönmüş ve çılgınca alkışlamaya başlamışlardı, öyle ki filme başlayamıyordum.”
 
‘Hayatımda hiç bu kadar gülmemiştim’
İzmir’deki kadınlı-erkekli ilk film gösteriminde Cemil Bey, Gazi’ye cephe teftişleri filminin devamını, ayrıca ilave filmler de göstereceğini söylemişti. Gösterime Chaplin’in kısa komedilerinden biri olan “Şarlo İdam Mahkûmu” adlı filmle başladı: “Bu film Şarlo filmleri arasında en başarılısı sayılmaktaydı. Atatürk perdede cereyan eden olaylara o kadar çok güldü ki beni yanına çağırtarak ‘Cemil, hayatımda hiç bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum, şunu bir daha seyretsek olmaz mı?’ dedi. ‘Peki, Paşam istediğiniz kadar gösterebiliriz’ dedim.” Cemil Bey, filmi bir kez daha gösterdi. Gazi filmi ikinci kez seyrediyor olmasına rağmen tepkileri ilkiyle aynıydı. Gazi, Cemil Bey’in düzenlediği film gösteriminden son derece memnun kaldı ve halkın coşkun tezahüratları arasında sinemadan ayrıldı.
 
Charlie Chaplin’e hayrandı
Gazi, Charlie Chaplin’nin sinema anlayışını, filmlerini seviyor ve onu büyük bir sanatkâr olarak görüyordu. İroni dolu maceralarını hayranlıkla izliyordu. “Şehir Işıkları” filmi de bunlardan biriydi. 18 Mayıs akşamı merak ettiği bu filmi seyretmek için Yeni Sinema’ya teşrif etti. Gazi, Chaplin’in sesli sinema hakkındaki düşüncelerinden haberdardı. Filmi seyrederken bir ara arkaya dönüp şöyle dedi: “Bu derece beşeri bir mevzuu, bu nispette sehil (kolayca anlaşılır tarzda) anlatan bu büyük sanatkâr, filmlerde konuşmamakta ısrar ediyormuş. Belki de hakkı var. Kim bilir mükaleme (konuşma) ilave edilirse eserin sihri bozulabilir.”
 
Filmin ikinci yarısını da büyük bir keyifle seyretti. Salondan çıkarken Chaplin nezdinde sinemacılar için, “Bunlar dünyanın büyük adamları. Beşeriyetin terakkisine methaldar (insanlığın ilerlemesine yardımcı) oluyorlar” dedi.
 
“Susunuz, film çeviriyoruz”
Gazi, Milli Mücadele’nin konu edileceği belgesel ya da kurmaca filmlerde bir oyuncu gibi rol almaktan çekinmeyen, hatta buna önem veren bir liderdi. Genç nesillere İstiklal Savaşı’nın nasıl kazanıldığını bu şekilde anlatmayı amaçlıyordu. Bu sebeple tanınmış gazeteci Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun İstiklal Savaşı’nı anlatan “Bir Millet Uyanıyor” filminde rol almayı kabul etti. Gazi, Meclis’teki konuşmasını kamera önünde tekrarlayacaktı. Çekimler son derece başarılı geçiyordu, ancak Gazi, kapının sol tarafında çekimleri seyretmekte olan Afet (İnan) Hanım, Meclis Başkanı General Kazım Paşa ile bir milletvekilinin kendi aralarında yüksek sesle konuşmalarından son derece rahatsız oldu ve onlara dönüp çıkıştı: “Susunuz, film çeviriyoruz. Salona gidiniz!” Gazi ile Kazım Paşa’nın ilk ve son kez bir oyuncu gibi kamera karşısına geçip kendilerini oynadıkları sahneler, Büyük Zafer’e ait gerçek görüntülerle birlikte filmde kullanıldı. 7 Aralık 1932’de İstanbul’da Elhamra ve Melek sinemalarında aynı anda gösterime giren film, seyircilerden yoğun ilgi gördü. Anadolu’da neredeyse gösterilmediği sinema kalmadı.
 
Atatürk’ün senaryosunu yazdırdığı film, arşivlerde saklı
Gazi’nin hayat hikâyesi, başlattığı ve zaferle bitirdiği ulusal bağımsızlık savaşı ve tüm dünyada hayranlık uyandıran inkılaplarıyla epik bir filmin konusu olacak kadar ilginç ve benzersizdi. 30’lu yıllarda yabancı film şirketleri bu benzersiz hikâyeyi sinemaya uyarlamak için Çankaya Köşkü’ne müracaat ediyorlardı… Yabancı sinemacıların Türk inkılabına olan ilgisi, Gazi’nin benzer bir film yapmak için harekete geçmesinde etkili oldu. Bunun için Milli Musiki ve Temsil Akademisi’nin hazırlıklarıyla meşgul olan Münir Hayri Egeli’yi Köşk’e çağırttı. Egeli’ye Türk inkılabına dair film senaryosu yazması için talimat verdi. Egeli’nin anlattığına göre Gazi, kendi hikâyesinin bir öğretmenin hikâyesine paralel bir şekilde anlatılmasını düşünüyordu. Bir öğretmen öğrencilerine öncelikle Milli Mücadele Dönemi’ni anlatırken Gazi’nin hikâyesi de bu sürecin içerisinde öğretmenin gözünden anlatılacaktı. Gazi bu hikâyeyle ilgili düşüncelerini Egeli’ye not tutturarak uzun uzun anlattı ve ondan bu notlardan yola çıkarak bir senaryo yazmasını istedi.
 
Egeli, Çankaya Köşkü’nden ayrıldıktan iki gün sonra Gazi’nin dikte ettirdiği senaryoyu bitirdi. Gazi senaryoyu okudu ancak tam istediği gibi olmamıştı. “Başka neler koymalıyız?” diye sordu. Egeli biraz çekinerek, “Bir filmde kadın ve aşk unsuru da aranır. Ama bilmem nasıl emredersiniz?” dedi. Bu cevap Gazi’nin hoşuna gitti ve Egeli’ye kendisinin de başından aşk hikayeleri geçtiğini söyleyerek bunlardan bazılarını anlattı.
 
Egeli, Gazi’nin notlarını ve tashihlerini dikkate alarak senaryoyu yeniden yazdı. Gazi, senaryonun yeni hâlini okudu, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ile Afet İnan’a da okutturdu. “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” adını verdiği senaryonun son hâlini beğendi.
 
Filmin askeri sahneleri için Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı İsmail Hakkı Tekçe’yle çalışıldı. Ankara Halkevleri’nin film operatörü olan Kenan Erginsoy, Gazi’yi bazı açılardan filme çekti. Ancak Gazi’nin sağlık sorunlarının baş göstermesiyle çekimler askıya alındı. Bundan sonraki süreçte sağlığı iyice bozuldu ve bir daha çekimlere geri dönülemedi.
 
Ali Özuyar, “Ben Bir İnkılap Çocuğuyum” filmi için “İyi tasarlanmış ve çok emek verilmiş bir film projesiydi” diyor ve Atatürk’ün ölümüyle rafa kaldırılan bu çok önemli senaryonun arşivlerde bir yerde saklı olduğunu sözlerine ekliyor: “Senaryonun şimdi Ankara’da Milli Kütüphane’de olduğuna dair bir rivayet var. Ancak Covid-19 salgınından dolayı bunu tetkik etme olanağım olmadı. Benim tahminim, Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde olduğu yönünde. Bu konudaki araştırmalarım sürüyor.”