09 Eylül 2021

Mete Gazoz: “5 sene sonra verdiğim sözü tutmanın mutluluğunu yaşıyorum”

Mete Gazoz, 5 yıl önce verdiği sözü tuttu ve Tokyo Olimpiyatları’nda Türkiye’ye okçuluk dalında ilk altın madalyayı getirdi. Gülümsemesiyle, özgüvenli tavırlarıyla, sükûnetiyle tüm Türkiye’nin kalbini kazanan genç şampiyon, sorularımızı yanıtladı.
 
“Daha çok çalışıp 2020’de Tokyo’dan altın madalyayla döneceğim.” Mete Gazoz, bu sözü verdiğinde 2016 Rio Olimpiyatları’na Türkiye Olimpik Takımı’nın en genç üyesi olarak katılmış bir sporcuydu. Sürekli gülümseyen yüzüyle kalplerimizi ısıtmış, ekran başında hepimizi heyecanlandıran müsabakaların ardından 2. turda şanssız bir şekilde elenmişti. Ve hemen ertesi günü bu iddialı hedefini sosyal medya üstünden tüm Türkiye’yle paylaşmıştı.

Mete Gazoz’un Rio dönüşü koyduğu bu en yüksek zirve hedefi, onun yolculuğunu bilmeyenler için genç bir sporcunun heyecanı olarak değerlendirilebilirdi ama aslında kendi potansiyelinin farkında olan genç bir sporcunun, doğru ekip ve planlı, sıkı bir çalışmayla varacağı noktayı 5 yıl öncesinden haber veriyordu. 

O, ailesi ve ekibiyle birlikte, kendisini adım adım olimpiyat şampiyonluğuna götürecek yolu çok daha öncesinden, hattâ çocukluğundan çizmeye başlamıştı. Rio’dan da sonra her yıl üstüne koyarak ilerledi. 2017’de Avrupa Gençler Kupası’nda birincilik, 2018 Akdeniz Oyunları’nda altın ve 2019’da Berlin’deki Dünya Kupası’nda bireysel ve takım şampiyonlukları gelecek olimpiyat altınının habercisiydi.
 
Mete Gazoz sözünü tuttu. Onun başarısıyla Türkiye olimpiyatlarda okçulukta ilk madalyayı altın olarak kazandı. Dahası Yasemin Ecem Anagöz ile beraber yarıştığı karışık takım kategorisinde yarı final maçını kılpayıyla kaybetmiş olmasalardı belki de altın sözünü duble olarak yerine getirmiş olacaktı.
 
Bugün 5 yıl önce Türkiye’ye verdiği sözü yerine getirmenin mutluluğunu yaşıyor ve gelecek için yine iddialı hedefler koymaktan çekinmiyor: “11 kez olimpiyat oyunlarına katılıp rekor kırmak istiyorum ve bunun yanında da 4 altın madalya daha kazanmak :)”
 
2016 Rio Olimpiyatları sonrasında “Çok çalışıp Tokyo’da altın madalyayı getireceğim,” demiştiniz. İddianızda başarılı oldunuz. Yine de sonraki dönemde sıkıntılı zamanlar geçirdiniz ve “geri dönmeyi” başardınız. Bu süreç boyunca neler yaşadınız?
2016 Rio bittikten sonra bu olimpiyatlara kıyasla çok daha heyecanlıydım. Acaba Tokyo’ya gidebilir miyim, burada bir çıkış yakaladım, dört yıl sonra ne olur, ne biter diye üzerimde bir gerginlik vardı. Bunun üstüne bir de pandemi geldi ve olimpiyat oyunları ertelendi. Bu sefer de acaba ne zaman düzenlenecek heyecanı başladı. Fakat olimpiyat takvimi açıklandıktan ve kotayı aldıktan sonra derin bir nefes aldım. Rio’ya kıyasla Tokyo öncesinde böyle bir heyecanım yoktu; gayet sakindim ve özgüvenim de gayet yerindeydi. Rio Olimpiyatları bittiği andan itibaren bir sonraki oyunlar için çalışmaya başlamıştık. Hemen planlamamız yapıldı ve ona göre hareket ettik. Temel hedef şuydu; Tokyo’ya kadar her yıl bir önceki yıldan daha iyi yerde olmak… Tabii artık bunu başarmanın rahatlığı var üzerimde.
 
Kendi deyişinizle “en büyük silahınız gülümsemeniz”. Özgüvenli, rahat tavırlarınız, konsantrasyonunuz gerçek bir şampiyona yakışır nitelikte. Aslında bir bakıma, sükûnetiniz ile birçok sporcuya kıyasla ayrıksı bir profile sahipsiniz. Bu duruşunuzun arka planını anlatır mısınız? Mental açıdan müsabakalara nasıl hazırlanıyorsunuz?
Fiziki kondisyon ve mental kondisyonu iki ayrı öğe olarak incelemek lazım. Sezon içerisinde Antalya’daki kampımızda günde 8 saat antrenman yapıyorduk. Bu 8 saatlik antrenmanların önemli bir kısmı da mental antrenmanlardı. Okçuluk uzaktan her ne kadar durağan bir spor olarak gözükse de, içinde birden fazla dinamiği beraberinde bulunduruyor. Mesela en basitinden müsabaka içinde nabzımızı kontrol etmek için antrenman yapıyoruz. Normal antrenmanlarımız esnasında, müsabakadaki gibi 140-150 hattâ 170 seviyelerine çıkmamız pek mümkün değil. Biz de müsabakaları en iyi şekilde simüle etmek için antrenmanlarımız sırasında “koşu-atış” olarak adlandırdığımız metodu uyguluyoruz. Koşuyoruz, ok atıyoruz, sonrasında yeniden koşuyoruz. Nabzımızı bütün antrenman seansı boyunca 120 ve üzerinde tutmaya çalışıyoruz. Bu şekilde müsabaka esnasında nabızlarımız yükseldiğinde nasıl kontrol altına almamız gerektiğini öğreniyoruz. Bu sayede de özgüvenimiz artıyor çünkü her şeyin tamamen kendi kontrolümüz altında olduğunu hissediyoruz.
 
Atletizmde Türkiye’ye birçok başarı kazandırmış olan Yasmani Copello, Tokyo’da 400 metre engelli yarı finali öncesinde sizin kazandığınız altını selamladı ve meşhur zafer hareketinizi tekrarlayarak finale kaldı. Türkiye olimpiyat takımındaki iletişim ve ilişkiler hakkında neler söyleyebilirsiniz?
2016 Rio’ya göre daha geniş bir kafileyle gittik Tokyo’ya. 2020 Tokyo’nun da benim ikinci olimpiyatım olması sebebiyle kafilenin büyük bir bölümüyle önceden tanışıyordum fakat ilk kez katılan sporcular ile de çok çabuk kaynaştım. Bütün sporcular olarak orada tek bir hedef için bulunuyoruz; o da ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek. Bu yüzden her fırsatta birbirimize olabildiğince destek olmaya çalışıyoruz. Ben altın madalyayı kazandıktan sonra köye döndüğümde de inanılmaz bir karşılama vardı; bu da takım içerisindeki iletişimin önemli bir göstergesi aslında.
 
Eski milli okçu ve Okçuluk Milli Takımı’nın altyapı antrenörü olan babanızın ve İstanbul Okçuluk Kulübü Başkanı olan annenizin başarılarınızdaki payını anlatır mısınız?
Bir çocuğun ebeveynlerinin sporcu olması aslında büyük bir avantaj. Ancak profesyonel bir sporcu ya da antrenör, bu işin gerçekten sevilmeden yapılmayacağını bilir. Babam da bende o enerjiyi, tutkuyu görmese, yetenekli bile olsam asla ısrarcı olmazdı. Elbette babam kadar annemin de bu yolda bana desteği çok büyük. Babam daha çok sportif açıdan kendimi geliştirmeme odaklanırken, annem de kişisel gelişimimde bana destek oldu. Kardeşimin de desteği var elbette; onunla da oklarımızı alıp çok kapışmışlığımız var. Her şey bir yana, bir sporcuya en çok söylenen şey “Ne kadar mutlu bir çocuk!” ise bunda ailesinin payı olmaz olur mu?
 
Küçükken hedefleriniz size sorulduğunda Dünya Şampiyonu olacağınızı, olimpiyatlarda başarılı olacağınızı, sonra da makine mühendisi olup kendi okçuluk malzemelerinizi yapacağınızı söylemişsiniz. 22 yaşında olimpiyat hedefinize ulaşmış durumdasınız. Şimdiki hedefleriniz neler?
Öncelikli hedefim, Eylül ayındaki Dünya Şampiyonası; onun hazırlıklarına başlayacağız takım olarak… Oraya “olimpiyat şampiyonu” unvanıyla gidiyorum ve yine tek hedefim, altın madalya. Uzun vadeli olarak ise 11 kez olimpiyat oyunlarına katılıp rekor kırmak istiyorum ve bunun yanında da 4 altın madalya daha kazanmak :)
 
Okçuluk, farklı bir spor dalı. Güreş, halter, tekvando gibi alanlarda başarılara Türkiye biraz daha alışık. Okçulukta başarının sırları nelerdir?

Okçulukta duruşun, kuvveti geriye doğru iletebilmenin çok büyük önemi var. Bu sebeple sırt kaslarımın gelişmesi için babamın yönlendirmesiyle ilk önce yüzme kursuna gittim. Okçulukta en önemli kriterlerden biri olan el koordinasyonumun gelişimi için basketbol kursuna katıldım ve ardından da bakmak ve görmenin farkını ayırabilmek için resim dersleri aldım. Beynimin hem sağ hem de sol bölgesini aynı anda geliştirebilmek için piyano dersleri de aldım. Fakat bunlar sadece fiziksel gereklilikler. İşin bir de mental kısmı var. Olimpiyatlardan örnek verecek olursam; o seviyede artık sporcular birbirlerine çok yakın ve ufak detaylar kazananı belirliyor. İlk iki okunuzda istediğiniz gibi atış yapamazsanız ve rakibinize bunu hissettirirseniz kazanmak için en ufak şansınız kalmaz. Biz de bunun için antrenmanlarımız sırasında fazlasıyla çalışıyoruz.
 
IMG_2948-(1).jpg

Röportajın tamamına Bizden Haberler dergisinin yeni sayısından ulaşabilirsiniz.