09 Eylül 2021

Soli Özel: “ABD artık tamamen Çin’e odaklanmak istiyor”

ABD’nin çekilmesi sonrasında Taliban’ın iktidara geldiği Afganistan’daki gelişmeleri, Türkiye’ye yakın bölgelerdeki uluslararası gerilimleri, pandeminin siyasete etkilerini ve küresel meselelere dair global işbirliği ihtiyacını Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Soli Özel ile konuştuk.
 
Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi Soli Özel, ABD’nin askerlerini Afganistan’dan çekmesinin, tamamen Çin’e odaklanmak istediğinin işareti olduğunu söylüyor. Soli Özel, küresel güç dengelerinden uluslararası iş birliği ihtiyacına kadar geniş bir yelpazede sorularımızı yanıtladı.
 
Son 1,5 yıl boyunca tüm dünyada bir numaralı mesele olan pandemi, uluslararası güç dengelerini nasıl etkiledi? Yaklaşık yedi aydır yeni bir başkanla yönetilen ABD, pandemiden kaynaklanan krizi ekonomik açıdan daha az hasarla atlatan Çin, Brexit’i yaşayan Avrupa Birliği ve her zaman uluslararası yönden güçlü bir aktör olan Rusya arasındaki güç dengeleri nasıl etkilendi?
Şunu söylemem lazım: Pandemi kendi başına hiçbir şey yaratmadı. Bence, var olan yönelimleri daha da güçlendirdi sadece. Jeopolitik anlamda daha net bir manzaranın ortaya çıkmasına yol açtı. Pandemi olsa da olmasa da Çin’in özellikle son 20 yıldaki ekonomik büyümesinin ister istemez siyasi stratejik sonuçları olacaktı. 2012’den beri ülkenin başında bulunan kişinin hırsları ve Çin’in kapasitesinin artık o hırsları karşılayabilecek düzeye geldiğine inanması nedeniyle zaten son birkaç yıldır daha saldırgan, daha milliyetçi bir söyleme sahip ve Batı’ya meydan okuyan bir Çin’le karşı karşıyayız.

Rusya ise artık ekonomik olarak büyük bir güç değil, ama o coğrafyaya olan hâkimiyeti, her şeye rağmen jeopolitik oyunu bilen bir ülke olması ve elindeki sınırlı sayıda imkânı iyi kullanması nedeniyle devrede.
Öte yandan, Batı’nın özellikle 2008-2009 ekonomik krizinden beri genel bir düşüşte olduğu görülüyor. Avrupa’da ve ABD’de pandemi sürecinin yönetilmesinde çekilen sıkıntılar, ayrıca demokratik ülkelerin hemen hepsindeki meşruiyet erimesine bağlı olarak ortaya çıkan popülist eğilimler derken, artık Batı’nın dünya siyasetine ve ekonomisine tümüyle egemen olduğu bir dünyada yaşamadığımız ortaya çıktı. Bu dönüşümün ne kadar süreceği, kafalardaki ilk soru.

İkinci soru ise eğer bir tarafta Çin, diğer tarafta ABD ve arkalarında müttefikleri şeklinde bir kalıpla düşüneceksek ABD bitmiş midir yoksa elinde hâlâ kozları olan bir ülke midir?  The Economist dergisinde Tarihin Sonu eseriyle bilinen Siyaset Bilimci Francis Fukuyama’nın bir yazısı çıktı. ABD’nin önümüzdeki dönemde gücünü ne ölçüde koruyabileceğinin ve Çin ile olan rekabette ne ölçüde başarılı olabileceğinin, uluslararası sistem içindeki davranışlarından çok kendi içindeki müthiş kavgayı yatıştırıp yatıştıramayacağına ve kurumlarını kilitleyen kutuplaşmayı aşıp aşamayacağına bağlı olacağını söylüyor. Buna katılıyorum.

Çin’e gelince, kapalı bir toplumu var, ama son 40 yıl içinde müthiş bir kapitalist gelişme yaşadı. Bu kapitalist gelişmenin yaratmış olduğu toplumsal çeşitlilikle giderek merkezileşen ve tek adam rejimine geçen otoriter bir rejim daha ne kadar süreyle uyum içinde yürüyebilecek? Bu sorunun cevabı da Çin’in gelecekteki konumunu belirleyecektir diye düşünüyorum.
 
Sizin bu konudaki tahmininiz nedir?
Bana göre, ABD’nin kendi içindeki problemleri çözmesi, çok zor olacak. 2022’de yapılacak kongre seçimlerinde temsilciler meclisinin tümü, senatonun üçte biri yenilenecek. Cumhuriyetçilerin orada çoğunluğu yeniden ele geçirmeleri mümkün. Geçirdikleri takdirde Biden’a hiçbir şey yaptırmayacaklardır. Bu durum, 2024 yılında özellikle Cumhuriyetçiler tarafından yönetilen eyaletlerde seçimin kaybedilmemesi için hile ya da dışlanmışlığı yasallaştıran hamlelerle birlikte Trump ya da bir başka Cumhuriyetçinin başkanlığı alma ihtimalini kuvvetlendiriyor. Öyle bir ABD’nin kendi çelişkilerini aşması mümkün değil; çünkü Amerikan ekonomisinin yüzde 30’unu temsil eden eyaletler ve seçim bölgeleri, ekonominin yüzde 70’ini temsil edenlerin iradesinin aksine bir siyasetin izlenmesine yol açıyor. Bunun kültürel ve başka boyutları da var. O kavga ABD’yi kilitler.

Çin’de de biraz önce bahsettiğim çelişki kendisini ortaya çıkaracaktır. Bir de, Çin çok sevimli bir emperyal güç değil. ABD, tamam, emperyalisttir ama genel olarak bugün bile çocuğunuzu yurtdışına okumaya göndermek isterseniz ya da bir yere göç etmeyi düşünürseniz Şanghay’ı değil de California’yı tercih etme ihtimaliniz yüksek. Trump’çı bir ABD o bakımdan daha antipatik bir yer olacağı için belki o özelliğini de kaybeder. Önümüzdeki 10 yıl içinde bu söylediklerimin kristalleştiğini görürüz bence.
 
Son dönemde Türkiye’ye yakın bölgedeki en önemli sorun, Afganistan’da yaşananlar. ABD yönetimi askerlerini ülkeden geri çekti. Ağustos ayında da Taliban yönetimi ele geçirdi. Rusya, İran, Çin, Pakistan ve Hindistan’ın yanı sıra Türkiye de Afganistan meselesinde önemli bir aktör. Önümüzdeki dönemde bu bölgede neler yaşanabilir?
Biden yönetime “Amerika geri döndü” sloganıyla geldi. Fakat izlediği politikaya baktığınızda, Trump gibi “Öncelik Amerika’dır” ilkesine daha uygun bir siyaset izliyor. NATO orada, sen müttefiklerine haber vermeden her şeyini toplayıp çekip gidiyorsun, onlara danışma gereği duymuyorsun. Bu da Afganistan’ın ABD açısından artık önemli bir yer olmadığını, kaynaklarını Çin’i çevrelemek ve gücünün artmasını engellemek için kullanacağını gösteriyor. Ancak, bu işin yapılış tarzının Amerikan imajına çok büyük bir darbe vurduğuna şüphe yok. 30 Nisan 1975’te ABD büyükelçiliğinin çatısından asılan Vietnamlıları hatırlatan görüntüleri, Kabil Havaalanı’nda gördük.
Sonuç olarak, Afganistan daha çok komşularının arasında bir rekabet alanı olacak; özellikle İran, Rusya, Çin, Pakistan ve Hindistan arasında. Elbette bunlar Türkiye’yi hiç ilgilendirmeyen şeyler değil ama Türkiye’nin Afganistan’da bu bahsettiğim beş oyuncu kadar yaptırım gücünün olduğunu düşünmüyorum. İran Rusya, Çin ve Pakistan dörtlüsü -ki zaten Pakistan, Taliban’ın ilk iktidara gelişinin mimarıdır- Taliban’la anlaşır, rahat rahat işlerini görür.

Rusya, Tacikistan ve Özbekistan sınırlarının savunucusu olarak ABD’lileri Orta Asya’dan göndermiş olmanın rahatlığı ve mutluluğu içindedir. Gazetelere verilen beyanlardan da zaten bu ortaya çıkıyor. Bunlar, Taliban’la pekâlâ iş yaparlar. Peki, Batılılar ne yapacak? Taliban’ı kabul edecekler mi, bu durumu sindirecekler mi? Otoriter ve tecrit edilmiş rejimler Taliban’ı tanırlar da Batılılar ne yapar? Bu da Batılılar açısından önemli bir stratejik karar olacak.

Batılıların, özellikle Avrupalıların stratejik düşünme yetileri konusunda herkesin kafasında çok soru işareti var. Amerikalıların olayları yönetiş tarzlarına güvensizlik de had safhada. Son bir şey söylemek lazım; Türkiye’de pek konuşulmadı bu... Afganistan’dan böyle aniden çekilen ABD, Çin Tayvan’a bir saldırı gerçekleştirdiğinde -ki bu saldırı ihtimali bence Afganistan fiyaskosu nedeniyle yükselmiştir- Tayvan’a yardım edecek mi? Tayvan’a bile yardım etmeyecek bir Amerika’yla işbirliği yaparak kendi başlarına balyoz inmesini engellemeye çalışan Çin’in komşu ülkeleri bundan nasıl etkilenecektir? ABD ile ilişkilerini neye göre düzenleyeceklerdir? Bunlar da netleşmesi gereken sorular.
 
Afganistan’da yaşananlara paralel olarak Afgan göçmenlerin durumu da en önemli sorunlardan biri. Türkiye’ye göçmen girişi yoğun. Avrupa Birliği’nde iltica talepleri kabul edilmeyen Afganların sınır dışı edilmeleri konusunda farklı görüşler var. ABD’nin göçmen politikası konusunda belirsizlikler söz konusu.  Bu konuda gelecek aylarda nasıl gelişmeler gündeme gelebilir?
Batılıların bu konudaki tavrının berbat olduğunu düşünüyorum. Avusturya başbakanının beyanlarına, iç politikada zaten bu konuda başı dertte olan Macron’un dediklerine ve Almanya’da 2015’teki göç dalgasıyla sistemin nasıl sarsıldığını göz önünde bulundurarak “Türkiye’den medet ummak zorundayız,” diyen Merkel’e baktığınızda, Avrupalıların bu işten yüzlerinin akıyla çıkmaları bana mümkün görünmüyor. Gücünü kaybetmekte olan Batı’nın çifte standardını, kendi korkuları ve zaafları nedeniyle kendi ilkelerinden çok uzaklaşabildiğini görüyoruz. Ortada jeopolitik mücadelenin yanı sıra sistemler arası “Kim daha caziptir?” rekabetinin de var olduğunu düşünürsek, bu durumun Batı’ya zarar vereceğini söyleyebiliriz. En azından sözleri geçmeyecektir.
Zaten ben yaşadığımız dönemi şu şekilde tanımlıyorum: Dünyayı son 200-250 yıldır yönetmiş olanlar artık aynı güce sahip değiller. Örneğin, “ABD her şeye kadirdir,” efsanesinin artık yıkılması lazım. Fakat kuralları bilen, strateji üretebilenler hâlâ onlar. Öte yandan, yükselen güçler henüz dünyayı şekillendirecek ve kuralları empoze edebilecek güce sahip değiller. Yani düşenler eskisi kadar yükselenler de sistemi tanımlayacak kadar güçlü değiller. ABD de tamamen bitmiş değil. O nedenle ben yaşadığımız krizleri, uçak yolculuklarındaki hava boşluğuna benzetiyorum.
 
Şu anda biraz geri planda kalsa da bölgemizde kronik sorunlar varlığını koruyor. Suriye’deki gelişmeler, İran’ın nükleer programı, Akdeniz’deki uluslararası anlaşmazlıklar, zaman zaman alevlenen Filistin-İsrail gerilimi bunların bazıları. Önümüzdeki dönemde Afganistan dışında yakın coğrafyada en fazla sıkıntı yaratmaya aday gelişmeler neler olabilir?
Bu coğrafyanın asıl büyük problemi devletlerin çökmüş olması. Lübnan’da devlet yok, Suriye’de aslında yok, Irak’ta toparlanamıyor, Yemen’de yok. Diğer bütün devletler de demografik baskılar ve kaynak baskıları altında. Bugüne kadar maçı götürebilen petrol ya da gaz zengini ülkeler de yeşil ekonomiye geçiş nedeniyle eskisi kadar sınırsız kaynaklara sahip olamayacaklar. Müthiş bir nüfus baskısı var. Özellikle su kaynaklarının tükeneceği düşünülüyor. Genel olarak bölgenin daha iyi bir yönetime ihtiyacı var. Geriye dönüp baktığımızda Arap isyanlarında atılan “Bu düzen değişmelidir,” sloganının belki demokratik rejim talebinden çok, “Biz daha iyi yönetilmek istiyoruz ve devletin bize vatandaş olarak saygı duymasını istiyoruz,” talebi olarak okunması daha doğru olacak.

Bu talep maalesef yerine getirilemedi. Karşı devrim, devrimi ezdi geçti. Son örneğini Tunus’ta görüyoruz. Burada en güçlü görülen siyasi akıl İslamcılıksa, onların da “Bir ülke nasıl yönetilir?” sorusuna hiç cevaplarının olmadığını, bu konuda ne bilgilerinin, ne hazırlıklarının olduğunu görüyoruz. Özellikle Mısır örneğinde bunu görebiliriz. İdeolojik platformlarının ötesinde bir şey düşünmemiş oldukları ortaya çıktı. O bakımdan Orta Doğu, özellikle Batı ülkelerini sürekli tehdit altında bırakacak ve her an ufak patlamalarla onları rahatsız edecek bir bölge.

İran meselesi farklı. İran, ABD açısından bir mesele. Orta Doğu’dan çekilen ABD, her şeye rağmen İran’ın nükleer silaha sahip olmasını istemiyor. Bu arada Rusya ve Çin’in de İran’ın o kulübe girmesinden çok memnun olacağını sanmıyorum ama onların ilişkileri farklı. Umarım yeniden bir nükleer program hakkında anlaşma imzalanabilir. Onu da önümüzdeki aylarda görürüz. Ondan sonra da ABD, bütün devreleriyle sadece Çin’e odaklanacaktır. Onun da ne kadar akıllıca yapılabileceğinden şüpheliyim. Mesela geçenlerde bir haber okudum. ABD ordusundaki deniz piyadeleri artık tank ve helikopter alınmasını istemiyor. Çok farklı bir savaş anlayışına geçmek istiyorlar, fakat ABD’deki yerleşik çıkarlar o kadar güçlü ki kongre, deniz piyadelerinden gelen bütçe tekliflerini reddedip onları helikopter almaya zorlamış. Aslında helikoptere değil, insansız hava araçlarına ihtiyaçları var. Dolayısıyla mevzu, yerleşik çıkarları sarsmanın güç olması.
 

Röportajın tamamına Bizden Haberler dergisinin yeni sayısından ulaşabilirsiniz.