30 Eylül 2019

Son düdük çalmadan maç sona ermez!

Futbol biraz da hayat gibidir. Tam “bu sefer her şey bitti” dediğiniz anda sürprizleriyle sizi şaşırtır. Dünya futbol tarihinde de öyle maçlar vardır ki sürprizlerle dolu beklenmedik finalleriyle adeta belleğimize kazınmıştır. İşte “hakem son düdüğü çalana kadar maç bitmemiştir” dedirten unutulmaz finallerinden birkaçı…
 
Tek kolla devrilen Arjantin….
Futbol tarihinde geleneksel hale gelecek olan Dünya Kupası ilk kez Uruguay’da gerçekleşti. Avrupalı takımlar ile Amerika kıtası takımları arasında düzenlenen ilk turnuvada kupa, ev sahibi ve aynı zamanda da Olimpiyat Oyunları’nın şampiyonu olan Uruguay’a gitti. Kıyasıya bir rekabete sahne olan turnuvanın ilk yarısını Arjantin 2-1 önde kapamıştı. Her ne olduysa ikinci yarının başlama düdüğü ile oldu. İkinci yarıya oldukça güçlü bir şekilde başlayan Uruguay, 3 gol atarak rakibini adeta çimlere gömdü. Takımın son golü ise 13 yaşında sağ kolunu testereye kaptıran Uruguaylı Hector Castro’dan geldi. Daha sonraki yıllarda her ne kadar ilk yarı arasında oyuncuların maçı kaybetmeleri için tehdit edildiği iddiaları ortaya atılsa da ilk Dünya Kupası, “tek kollu tanrı’ sıfatıyla son gole adını yazdıran Castro ile anılacaktı.
Madalyasız şampiyonlar…
Dünya futbol tarihinin en başarılı takımlarından biri olan Brezilya tarihindeki en sıra dışı yenilgiyi 1950 Dünya Kupası’nda Uruguay karşısında aldı. Futbol otoriteleri, statta bulunan 200.000 futbolsever ve hatta Dünya Kupası kavramının yaratıcısı Jules Rimet bile maçı Brezilya’nın kazanacağından son derece emindi. Hatta öyle ki Rimet törende yapacağı konuşmayı Portekizce hazırlamış, madalyalar dahi Brezilyalı futbolcuların adına hazırlanmıştı. Ancak Uruguay takımının ikinci golünü ağlarla buluşturan Alcides Ghiggia maçın bitimine 11 dakika kala Brezilya rüyasını bir anda sona erdirdi. O gün Uruguaylı futbolcular seremonide madalyasız bir şekilde boy gösterirken akıllara top yuvarlaktır sözü bir kez daha kazındı. O tarihten sonra her ne kadar Uruguay bir daha Dünya Kupası final maçına çıkmayı başaramasa da şampiyonluk golünü atan Alcides Ghiggia’nın “Maracana'yı tek bir hareketiyle sessizliğe boğan üç isim var: Frank Sinatra, Papa II. John Paul, üçüncüsü de ben”  sözü umudun her zaman canlı tutulması gerektiğinin bir kanıtı olarak tarihe altın harflerle yazıldı. İkinci golde hatalı olduğu düşünülen Brezilya kalecisi Barbosa ise 2000 yılındaki bir röportajda şunları söyledi: “Brezilya’da en ağır ceza 30 yıldır, benim hapsim 50 yıldır devam ediyor.” Bu efsanevi maç sonunda 3 sporsever kalp krizi geçirdiğini, 1 kişinin intihar ettiğini, ülkede ise 1 hafta yas tutulduğunu da eklemeden geçmeyelim.
 
Küllerinden yeniden doğuş…
Tarihler 1954 yılını gösterirken Dünya Kupası final maçlarında Almanya-Macaristan karşılaşmasını seyretmeye gelen futbolseverler bir mucizeye tanıklık edeceklerinden habersizdiler. Zira daha 8 ay gibi kısa bir süre önce Wembley’de İngiltere’yi 6-3 yenerek ününe ün katan Macaristan, 1954 Dünya Kupası grup maçlarında karşılaştığı Batı Almanya’yı da 8-3 yenmişti. Haliyle de finallerde herkesin favorisi elbette ki Macaristan’dı. Macaristan’ın ilk 8 dakika içinde biri Puskas’ın ayağından olmak üzere iki gol atarak 2-0 öne geçmesi de bahisçilerin haklı olduğunun kanıtı gibiydi. Ancak bir şey unutulmuştu son düdük çalmadan maç sona ermezdi ve Almanya-Macaristan mücadelesi de bunun en nadide örneklerinden birini oluşturuyordu. Çünkü o ilk 8 dakikadan sonrası Almanya’nın küllerinden yeniden doğuşu demekti. 10. dakikada Morlock ile ilk gölüne merhaba diyen Almanya, 18. dakikada Rahn ile beraberliği yakaladı. Müsabakanın ikinci yarısı ise Macaristan’ın hâkimiyetinde geçiyordu. Ancak her iki takım da daha üçüncü golünü yakalayamamıştı. Bu karşılaşma böyle biter dendiği anda ise Alman sağ açık Rahn’ın gölü Macaristan efsanesinin sona ermesine neden oluyordu. Almanya’da “Bern Mucizesi” olarak tarihe geçen bu maç sonucunda yurda dönen Macaristan Milli Takımı ise bir hafta boyunca Avusturya sınırında konaklamak zorunda kaldı. Bu zorunlu konaklamanın nedeni ise takıma yönelik olarak yapılan “vatan hainliği” suçlamasıydı.
 
Kayıp kupanın sahibi İngiltere…
30 Haziran 1966 yılında Wembley Stadyumu’nu dolduranlar İngiltere’nin tarihindeki ilk ve son Dünya Kupası’nı kazanışına tanıklık ettiler. Dünya Kupası tarihinin sıra dışı finallerinde kendisine onulmaz bir yer bulan bu karşılaşmanın başrol oyuncuları ise İngiltere ve Batı Almanya’ydı. Batı Almanya kendi sahasında İngiltere ile olan mücadelesinde galibiyet aşkı ile yanıp tutuşuyordu. Ancak son söz henüz söylenmemişti. 90 dakikalık süre sonunda 2-2 biten maçın kaderi uzatmalara kalmıştı. Karşılaşmanın 101.dakikasında takımın as forveti Jimmy Greaves sakatlanınca 11’de yer alma şansını yakalayan İngiliz futbolcu Hurst'un vurduğu top üst direğe değip kale çizgisine çarptı. Azeri hakem ise orta çizgiye koşarak gol kararını verdi. Bu golle 3-2 öne geçen İngiltere, uzatmanın son dakikasında bir gol daha atmayı başararak tarihindeki ilk ve son Dünya Kupası’nı evine götürdü. Ancak goldü, değildi tartışmalarının ardı arkası kesilmedi. Daha sonra Almanların topun çizgiyi geçmediğini ispat etmelerine rağmen sonuç yine değişmemişti. Uğruna bu denli ter dökülen kupa ise turnuva başlamadan kısa bir süre önce kaybolmuş,  “Pickles” adında bir köpek tarafından Londra’da çalıların altında bulunarak trajikomik bir hikâyenin o en güzide objesi olmuştu.
 
“Tanrı’nın eli”
Dünya futbol tarihinin tartışmasız en yetenekli ismi kim diye sorulsa herkesin kuşkusuz vereceği tek yanıt Maradona olur. Tarihler 1986 yılını gösterirken Dünya Kupası’na damgasını vuran iki olay yaşandı. Arjantin ve İngiltere arasında geçen bu iki olayın ikisinin başkahramanı da Maradona’dan başkası olamazdı elbette. Arjantin çeyrek finalde İngiltere ile karşılaşmıştı ve Maradona’nın kafa golüyle maçta gülen taraf Arjantin olmuştu. Ancak daha sonra bu golün kafa ile değil de el ile atıldığı ortaya çıkmıştı. Dünya Kupası’na damga vuran karşılaşmanın ilginç pozisyonları Maradona’nın “Tanrı’nın eli” olarak tanımladığı bu pozisyondan ibaret değildi. Adrenaline adeta tavan yaptırarak futbolun aynı zamanda bir şov olduğunu ispat eden bir diğer an ise Maradona’nın orta sahadan başlayarak altı İngiliz futbolcuyu ve en sonunda da kaleciyi çalımlayarak attığı ikinci goldü. Sadece futboluyla değil ilginç çıkışlarıyla da ünlü olan Maradona bu gol için daha sonra “Bu golü sadece dünyanın en centilmen takımı İngiltere’ye atabilirdim, başka bir takım olsa beni daha ceza sahasına girmeden indirirdi” diyecekti.
 
90 dakikaya bedel 4 dakikada…
1998-1999 Sezonu Şampiyonlar Ligi Final Maçı, Bayern Münih, Manchester United arasında oynanıyordu. Karşılaşmanın 6. dakikasında Mario Basler'in attığı golle 1-0 öne geçen Bayern Münihliler, 89. dakikaya kadar kupanın sahibi olacaklarını düşünüyorlardı. Ta ki tabelada 4 dakikalık bir uzatma oynanacağı ibaresi belirene kadar. Zaten tarihe geçen final anları da o 4 dakikada yaşanıyordu. Maça 67.dakikada dahil olan Teddy Sheringham 90+1'de skoru eşitlerken 81. dakikada oyuna giren Solskjaer ise 90+3'te attığı ikinci golle kupayı Manchester United'ın evine taşımasına yardımcı oluyordu. Öyle ki her şey o dönemin UEFA Başkanı Lennart Johansson’un kupayı Bayern Münih’e vermek üzere ağır aksak adımlarla tribünden inmeye çalıştığı o 4 dakikalık sürede olmuş ve Başkan bile belki de Manchester United'ın kaptanı Peter Schmeichel'a kupayı verirken sonucu algılayabilmişti.
 
Ve Galatasaray UEFA Şampiyonu…
Bir unutulmaz final de Türkiye’den. Tarih 17 Mayıs 2000, yer Kopenhag. Parken Stadyumu'ndaki Galatasaraylı taraftarlar, daha önce bir kez final oynayıp bir kez de bu kupayı evine götürmüş olan rakipleri Arsenal’in karşısında bir ilke tanıklık edeceklerinden habersizlerdi. Şampiyonlar Ligi gruplarının son maçında Milan’ı uzatma dakikalarında devirerek UEFA Kupası’na katılmaya hak kazanmış olan Galatasaray hiç yenilgi yüzü görmeden finale kadar yükselmeyi başarmıştı. İlk yarıda soyunma odasına golsüz girmenin hayal kırıklığını yaşayan Galatasaray, ikinci yarıda da gole ulaşamamıştı. Haliyle de maç uzatmalara kalmıştı. Seyirciler uzatmalarda da maalesef gol sevinci yaşayamamıştı. Bu da karşılaşmanın sonucunun penaltılarla belirleneceği anlamına geliyordu. Arsenal’in beceriksiz hali Galatasaray’ın hanesine şampiyonluk olarak yazılacaktı. Galatasaray’ın yetenekli oyuncularının tüm penaltıları gole çevirmesi ile tribünler adeta coşkudan çıldırıyordu. Sıra son penaltıya gelmişti. Topun arkasındaki isim ise Popescu idi. Ünlü futbolcunun son penaltısı ile Galatasaray, UEFA şampiyonluğunu ilan ediyordu. Hiç kuşkusuz maçın yıldızı ise Arsenalli futbolcu Thierry Henry’nin altı pasın köşesinden yükselerek vurduğu kafayı, adeta kalede uzayarak kurtaran Taffarel’di.
 
Biz bitti demeden maç bitmez
EURO 2008 denildiğinde ilk akla gelen hiç şüphesiz ki milli takımızdır. Tam bu sefer bitti denilen pek çok maçı zeki hamlelerle lehine döndüren Türkiye, Çek Cumhuriyeti maçıyla futbol dünyasında adeta bir destan yazmıştı. Çeyrek finalde karşısındaki takım ise oldukça güçlü bir rakip olan Hırvatistan’dı. Ancak Türk Milli Takımı, 20 Haziran 2008’de futbolseverlere bir kez daha “biz bitti demeden bu maç bitmez” dedirtmeye hazırlanıyordu. Karşılaşmanın 90 dakikası golsüz sona ermişti. Uzatmaların 119. dakikasında İvan Klasnic’ten gelen gol ile Hırvatistan 1-0 öne geçiyordu. Tüm statta esen matem havası sadece 1 dakika sonra Semih Şentürk’ten gelen gol ve ardından gelen penaltı vuruşları ile yerini bir bayram havasına bırakıyordu. Milli takımımız ilk kez yarı finale çıkıyordu. Bu karşılaşmayla tüm dünya bir kez daha anlıyordu ki son düdük çalmadan maç sona ermezdi.