12 Mayıs 2022

Bilim kadınlarının önündeki engel: “Matilda Etkisi”

Kadınların bilim alanında erkeklerden daha mı az varlık gösterdiğini düşünüyorsunuz? O halde söz konusu bilim olduğunda kadınların yoluna adeta bir barikat gibi kurulan Matilda Etkisi’nden haberdar değilsiniz demektir. Peki, ama Matilda Etkisi nedir? Matilda Etkisi’ne en dikkat çekici örneği oluşturan kadınlar kimlerdir?
 
Matilda Etkisi, kadınlar hem sosyal hem de iş yaşamında bin bir güçlükle var olma çabası gösterirken aynı zamanda büyük bir özveriyle ortaya koydukları buluşlarının erkek meslektaşları tarafından çalınması ya da buluşların bir erkek meslektaşının adı altında yayınlanmasına göz yumulması olarak da özetlenebilir. Bu nedenle de sayıları bilinenden daha fazla olmasına karşın, bilim ile uğraşan kadınları saymamız gerektiğinde bir elin parmaklarından öteye gidemeyiz. İşte bu gerçeği görerek 1883’te Bir Mucit Olarak Kadın” başlıklı bir makalesinde dile getiren feminist, kölelik karşıtı ve sosyolog Matilda Joslyn Gage, bilim dünyasında varlık gösteren kadınları görünür kılmak için ilk ışığı yaktı. Bilim dünyasında ve toplumda kadınların “yaratıcı veya mekanik bir dehaya” sahip olmadığı şeklindeki yaygın kanıya eleştiri sunan Gage, sonra da bilim kadınlarının toplum tarafından görülmeyen ve ödüllerle takdir edilmeyen çabalarına vurgu yaptı. Ancak ne yazık ki yaşadığı dönemde istediği değişim ve dönüşümü görmeye ömrü yetmedi. Ondan yaklaşık bir asır sonra bir bilim tarihçisi olan Margaret Rossiter, onlarca önekten yola çıkarak bilim tarihindeki cinsiyet eşitsizliğine odaklandı. Bilim dünyasında varlık gösteren kadınların çalışmalarının hak ettiği değeri elde edemeyişini tanımlamak için de buna Matilda Joslyn Gage’in anısına ithafen “Matilda Etkisi” adını verdi. Ona göre bilim kadınlarının çalışmaları görmezden geliniyor hatta projelere olan katkıları da kimi zaman erkek meslektaşlarına kimi zaman da eşlerine ithaf ediliyordu. Onların özverili çabaları araştırmalardaki bir dipnottan öteye gidemiyordu. Tarih boyunca “Matilda Etkisi”ne maruz kalan pek çok bilim kadını oldu. Gelin o isimlerden birkaçına yakından bakalım.

Rosalind Franklin
Rosalind Franklin denilince akla yalnızca DNA, RNA, virüs, kömür ve grafitin yapılarının anlaşılmasında büyük emekleri olan bir biyofizikçi ve kimyager değil aynı zamanda Nobel tarihine de ismini haksızlık kelimesi ile yan yana yazdırmış bir isim gelir. Peki, ama neden? Okulunu bitirip King's College'da çalışmaya başlayan Rosalind Franklin burada yine kendisi gibi DNA’nın yapısı üzerine çalışmalar sergileyen Maurice Wilkins ile tanışır. Çalışkanlığı ve ortaya koyduğu titiz çalışmalarıyla kısa sürede adından söz ettir. Bir süre sonra Franklin, deneysel bir teknik uygulayarak DNA’nın çift sarmallı yapısını o zamana kadar hiç olmadığı kadar net bir şekilde görüntülemeyi ve fotoğraflamayı başarır. Çalışma arkadaşı Wilkins ise bu fotoğrafı onun haberi olmadan arkadaşı James Watson ve Francis Crick’e gösterir. Fotoğrafı gören Watson şaşkınlığını şu sözlerle ifade eder: “…Fotoğrafı gördüğüm anda ağzım açık kaldı ve kalbim hızla çarpmaya başladı…Tüm ayrıntılar oradaydı.”
Bu fotoğraftan sonra işleri oldukça kolaylaşan James Watson ve arkadaşı Francis Crick, DNA yapısını çözerler. Daha sonra da bu sözde keşiflerini  25 Nisan 1953 tarihli Nature dergisinde yayınlarlar. Makalenin sonuna ise “Bu çalışmamızda King’s College’deki Dr. Wilkins, Dr. Franklin ve arkadaşlarının henüz yayımlanmamış deneysel sonuçları hakkındaki genel bilgilerimizden ilham aldık” şeklinde bir ibare ekleyerek Rosalind Franklin’e yaptıkları haksızlığı meşru bir hale getirirler. Ardından da bu keşifle Nobel Ödülü’ne layık görülürler. Ancak ne yazık ki bu süreçte Rosalind Franklin’in adını bir kez olsun ağızlarına almazlar. Gerçek ise yıllar sonra ortaya çıkar.

Lise Meitner
Avusturya asıllı nükleer fizikçi Lise Meitner, üniversite sonrasında çalışmak üzere Almanya’ya gider. Marie Curie’den etkilenen Meitner, radyoaktivite üzerine çalışmaya karar verir. Bir süre sonra meslektaşı Otto Hahn ile tanışır ve çalışmalarını birlikte sürdürmeye başlarlar. Ancak tarihler İkinci Dünya Savaşı yıllarını gösterdiğinde Lise Meitner, Nazi Almanya’sında maruz kaldığı baskılar nedeniyle ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Birlikte uzun yıllar boyunca çalışmalar sergilediği meslektaşı Otto Hahn’a desteklerini ise esirgemez. Bir gün Hahn, gerçekleştirdiği bir deneyde uranyum atomlarını nötronlarla çarpıştırır ancak çıkan sonucun ne olduğuna karar veremez ve ondan yardım ister. Bunun üzerine Meitner, bir dizi çalışma sonucunda uranyum çekirdeğinin parçalandığı kanısına varır. Ardından çarpışmanın sonucunda ortaya çıkan enerjiyi hesaplayarak nükleer fizyonu, yani atom çekirdeğini parçalayan mekanizmayı keşfeder. Bu ileriki yıllarda atom bombasının geliştirilmesinin de ilk adımı demektir. Ancak Meitner, atom bombası için yapılan çalışmalara katılmayı reddeder. Bunun üzerine Otto Hahn tüm çalışmayı sanki kendisi gerçekleştirmiş gibi sahiplenir. Nobel’i aldığında da Meitner’in adını ağzına dahi almaz.

Cecilia Payne
Bilim dünyasının erkek egemen yapısından payını alan bir diğer isim de Cecilia Payne olur. İlklerin kadını olarak da adlandırılan Cecilia Payne, Radcliffe Koleji’nden ilk doktora derecesi alan, Harvard’da da ilk profesör ve aynı üniversitenin ilk kadın dekanı unvanının haklı sahibidir. Ancak onu günümüze taşıyan dünyamızı da içine alan bu sonsuz evrenin gizemi üzerinde yaptığı çalışmalar olur. 1925 yılında daha 25 yaşında genç bir doktora öğrencisiyken pek çok bilim insanının da zihnini meşgul eden yıldızlar neden oluşur sorusunun cevabını verecek bir teze imzasını atar. Yıldızların helyum ve hidrojenden oluştuğunu keşfeden Payne’in tezi gökbilimci Otto Struve tarafından astronomi alanında yazılmış en kapsamlı ve en parlak araştırma olarak kabul edilse de bilim dünyası tarafından çalışması görmezden gelinir. Tezi, astrofizik ve uzay bilimleri uzman heyeti başkanı Henry Norris Russel, tarafından reddedilir ve tezini yayınlamaması konusunda da kendisine baskı yapılır. Ancak yıllar sonra Russel kendi imkânları ile aynı sonuca ulaşır ve bununla ilgili bir makale yayınlar. Üstüne üstlük Cecilia Payne’in adını dahi geçirmez makalesinde. Daha da ironik olanı da Cecillia’ya yıllar sonra Henry Norris Russell Ödülü verilmesidir.

Esther Lederberg
Bakteriyel genetiğin öncüsü olarak kabul edilen Esther Lederberg de çalışmalarıyla bilimin geleceğine ışık tutmasına rağmen göz ardı edilmiş bilim kadınlarındandır. Mikrobiyoloji ve mikrobiyal genetik alanında kendisinden sonra gelmiş olanların çalışmalarına dayanak oluşturacak kadar kayda değer çalışmalara imza atan Lederberg, o dönemde evli olduğu Joshua Lederberg ile  birlikte bakteriyel kolonileri üzerine pek çok çalışma yapar. Onların çalışmaları ise ileriki dönemde antibiyotik direnci üzerine yapılacak çalışmalara öncülük eder. Nobel Ödül Komitesi,1951 yılında bakterilere bulaşan lamda bakteriyofaj virüsünü keşfeden Esther’i görmezden gelip eşi ve onun iki erkek meslektaşını ödüllendirmeyi uygun bulmuştur.