28 Aralık 2021

Bu icatlar bize Birinci Dünya Savaşı’ndan yadigâr

Her musibette bir hayır vardır sözünü doğrularcasına yaşamımıza Birinci Dünya Savaşı gibi oldukça hazin sonuçları olan bir savaş sırasında dahil olup sonrasında vazgeçemediğimiz öyle icatlar var ki duyduğunuzda şaşkına döneceksiniz. İşte karşınızda onlardan bazıları…
 
Yıllarca süren ve insanlık tarihinde derin izler bırakan Birinci Dünya Savaşı’nın adı harap olan şehirler, dağılan aileler, kan ve gözyaşı ile yan yana anılıyor. Ancak bunların dışında Birinci Dünya Savaşı, ihtiyaç organ doğurur sözünü doğrularcasına günlük hayatı daha kolaylaştırıp konforlu bir hale getirecek olan ürünleri, pratik uygulamaları ve icatları da yaşamımıza dâhil etti. İşte karşınızda bunca kötü şeyin arasında güzel şeyler de oluyor dedirten o icatlardan bazıları…
 
Kan bankaları
Kendisine ya da bir yakınına kan lazım olmamış biri var mıdır? Sanıyoruz hayır. Yaşamsal durumlarda ya olmasaydı deyip varlığına bir kez daha şükrettiğimiz kan bankalarını kurma fikri ne zaman ve nasıl ortaya çıkmıştır sizce? Tabii ki Birinci Dünya Savaşı yıllarında… Savaşlar dünya üzerinde kana en çok ihtiyaç duyulan zamanların başında geliyor hiç şüphesiz. Bir düşünün yaklaşık 17 milyon insanın öldüğü Birinci Dünya Savaşı’nda kaç kişi kan ihtiyacının giderilememesi nedeniyle hayatını kaybetmiştir kim bilir? İngiliz ordusuna danışmanlık yapan ABD’li doktor Yüzbaşı Oswald Robertson işte bu ihtiyacı görerek harekete geçer ve bir donörden aldığı kanı 28 gün boyunca saklamayı başararak dünyanın ilk kan bankasının temelleri 1917 yılında Batı Cephesi’nde  atar. O dönemde soğutma tekniğinin kullanılmasıyla ömrü 28 güne çıkarılan kanların pıhtılaşmasının önüne geçmek içinde kana sodyum sitrat ilave ediliyordu. Başlangıçta kan bankasının temel amacı savaşta yararlanan askerlerin ihtiyacı olan kanı en kısa sürede onlara ulaştırmaktı.

Paslanmaz çelik
Birinci Dünya Savaşı’nda ortaya çıkan bir diğer sorun ise kötü hava şartları, ateş ısısı ve sürtünmeye bağlı olarak savaş aletlerinin çabuk bozulması ve deforme olmasıydı. Bir düşünün günlerce soğuk, yağmur ve kar altında zorlu muhaberelere maruz kalıyorsunuz ve o sırada kendi güvenliğinizi sağlayacak olan alet sizden daha önce pes ediyor! İşte Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz ordusu tam da bu nedenden dolayı silah yapımında kullanılmak üzere daha sert alaşımların neler olabileceği üzerine araştırmalara girişti. İngiliz metalürji uzmanı Harry Brearley, yaptığı çalışmalar sonucunda erimiş demire krom ilave edince çeliğin daha zor deforme olduğunu ve paslanmadığını buldu. Bu keşif havacılık sektöründe uçak motoru yapımında, medikal alet yapımında ve tencere, çatal bıçak gibi mutfak aletlerinin yapımında da kullanılınca popülerliği hızla artarak günümüze kadar ulaşmayı başardı.

Yaz saati uygulaması
Her ne kadar bir süredir ülkemizde yürürlükte olmasa da yaz saati uygulaması dünyanın pek çok yerinde varlığını devam ettiriyor. Güneş ışığından daha fazla yararlanmak adına yaz ve kış mevsimlerinde saatler ileri ve geri alınır. Bunun temel amacı günlük işlerimizi yaparken mümkün mertebe güneş ışığından faydalanarak ekstra enerji tüketiminin önüne geçip maliyetleri azaltmaktır. Peki, ama bu fikir ilk olarak kimin aklına geldi? Aslında bu fikrin temellerini atan Amerikalı mucit ve politikacı Benjamin Franklin’dir. Paris’te okuyucuyla buluşan bir gazeteye yazdığı yazıda Franklin, mum masraflarını azaltmak için Parislilerin her zamankinden 1-2 saat daha erken yatmalarını salık verir. Yeni Zelandalı bilim adamı George Vernon Hudson ise hâlihazırda dünyanın dört bir yanında kullanılan güneş saati uygulamasının ne denli faydalı bir uygulama olacağını anlattığı bir makale yayınlayarak özellikle Ocak-Mart ayları arasında saatlerde 2 saatlik değişiklik yapılmasını talep eder. İlk kez uygulamaya alınması ise ancak Birinci Dünya Savaşı sırasında gerçekleşir. Zaten savaştan dolayı tüm kaynakları hızla eriyen Almanya, aydınlanmak için kullanılan yakıttan tasarruf etmek adına yaz saati uygulamasını hayata geçiren ilk ülke olur. Onu İngiltere ve Amerika takip eder. Tasarruf etme isteğinin yanı sıra küreselleşme ve iş hayatında bir eşzamanlılık tutturabilmek adına da bu uygulama yıllar içinde tüm dünyaya yayılır.

Poşet çay
Çay için Türklerin milli içeceği desek yanlış bir tanım yapmış olmayız. Nasıl olmasın ki? Sabah kahvaltısı, öğle yemeği sonrası, günler, misafirlikler… Çayın günlük yaşamımızda sızmadığı yer yok gibi. Büyük ailelerde demlik demlik tüketilen çaylar, çekirdek aile yapısına geçişle birlikte yerini poşet ve demlik çaylara bıraktı. Peki, ama poşet çay tarihte ilk kez ne zaman ortaya çıktı dersiniz? Hemen cevap verelim: 1908. Tiryaki sözünün hakkını verenlerin pek de hoşlanmadığı poşet çay aslında Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Amerika’da tek tük de olsa bazı kafelerde servis ediliyordu. Ancak kitlesel olarak kullanılmaya başlanması Birinci Dünya Savaşı yılarında gerçekleşti. O dönemde askerlerin cephede çay ihtiyacını karşılamak adına Teakanne adlı bir Alman şirketi çay bombası adını verdiği poşet çayı orduya satarak kitlesel anlamda poşet çayın kullanımının da önünü açtı.

Fermuar
Pantolon, kaban, gömlek, gece kıyafeti, çanta, ayakkabı… Fermuarın kullanım listesini daha onlarcası ile uzatmak mümkün. Savaş sırasında askerlerin haritalarını, önemli belgelerini kaybetmeleri engellemek üzere tasarlanmış olan ve o dönemde “kancasız tutturucu” adıyla bilenen fermuar, Gideon Sundback isimli bir mucidin icadı. BF Goodrich Company’nin fermuar olarak isimlendirmesi ve savaş sırasında etkinliği ispatlanınca ilk büyük siparişi Amerikan ordusundan almasının yanı sıra havacıların üniformalarına ilave edilmesiyle birlikte de popülerliğine popülerlik kattı.