18 Mayıs 2021

Yapı Kredi Yayınları’ndan yıldız yağmuru

Yapı Kredi Yayınları ardı ardına yayımladığı kitaplarla 2021’de edebiyatseverleri tam anlamıyla yıldız yağmuruna tutuyor. J.K. Rowling’den Orhan Pamuk’a, Amin Maalouf’tan Kazuo Ishiguro’ya ve Ahmet Ümit’e Türk ve dünya edebiyatının çarpıcı isimleri yepyeni romanlarıyla okurlarıyla buluşuyor.
 

Heyecan verici yeni yayınlarıyla 2021 yılına iddialı bir giriş yapan Yapı Kredi Yayınları, Türk ve dünya edebiyatının güçlü, başarılı ve sevilen isimlerinin romanlarını birbiri ardına okurların beğenisine sunarak edebiyat tutkunlarının gönlünü fethediyor. Ocak ayında Harry Potter’in yaratıcısı J.K. Rowling’in yeni çocuk kitabı “Ickabog” ile başlayan yıldız yağmuru, usta yazar ve düşünür Amin Maalouf’un “Empedokles’in Dostları”, Türkiye’nin uluslararası üne sahip yazarı Orhan Pamuk’un “Veba Geceleri”, Nobel ödüllü Kazuo Ishiguro’nun “Klara ve Güneş”i ve polisiyenin çok sevilen kalemi Ahmet Ümit’in “Kayıp Tanrılar Ülkesi” ile devam ediyor. İşte Yapı Kredi Yayınları aracılığıyla okurlarıyla buluşan ve yakında çıkacak olan, yılın en çarpıcı kitapları…
 
J.K. Rowling’den korku ve umut dolu bir masal
Hem edebiyat hem de sinema dünyasının son 25 yılına damgasını vuran ve tüm dünyayı kasıp kavuran “Harry Potter”ın yaratıcısı, İngiliz yazar J.K. Rowling, bu yıl yepyeni bir fantastik hikâyeyle karşımıza çıkıyor: “Ickabog”. 1997 ile 2007 yılları arasında yayımlanan ve J.K. Rowling’i dünyanın en ünlü yazarları arasına sokan yedi kitaplık “Harry Potter” serisi, 500 milyonun üzerinde satış rakamına ulaşmış, 80 dile çevrilmiş ve gişe rekorları kıran sekiz sinema filmine uyarlanmıştı. Rowling’in büyülü kalemiyle hayat bulan yeni kitabı “Ickabog” da yine fantastik bir çocuk kitabı; daha doğrusu bir masal. Ancak bu masalın temelleri daha eskiye ve Rowling’in özel yaşamına uzanıyor. Zira “Ickabog”, ünlü yazarın bundan on yıl kadar önce, kendi çocuklarına uyumadan önce anlatmak için uydurduğu bir masal. O dönemde bu masalı kaleme almaya başladıysa da araya başka projeler girince kitabını rafa kaldırmış Rowling. Ancak pandemi yüzünden bütün çocukların evde kapalı kaldığı bu dönemde çocukların ve ebeveynlerin bu zor zamanları atlatmalarına yardımcı olsun diye masalını tamamlamış.

“Bir zamanlar Kornukopya Krallığı dünyanın en mutlu yeriydi. Bir sürü altını, hayal edebileceğiniz en mükemmel bıyıklara sahip bir kralı ve yendiğinde insanı mutluluktan ağlatacak kadar nefis yiyecekler sunan kasapları, pastacıları ve peynircileri vardı. Her şey mükemmeldi – tabii efsaneye göre korkunç canavar Ickabog’a ev sahipliği yapan, Kuzey’deki çamurlu ve sisli Bataklık Diyarı’nı saymazsak (… ) Ickabog çocukları korkutarak terbiye etmek amacıyla anlatılan bir efsaneden ibaretti. Fakat efsanelerin tuhaf bir yanı vardır, bazen kendi kendilerine can bulurlar…” Bu sözlerle başlayan “Ickabog”, etrafına dehşet saçan bir canavar ve her şeye rağmen umudunu asla kaybetmemek üzerine müthiş bir macera. Dünyanın dört bir yanından çocukların çizimleriyle renklenen ve geliri Covid-19’dan zarar görenlere yardım projelerine bağışlanan “Ickabog” “Umut ve arkadaşlık tüm zorlukları yener” mesajıyla şu sıralar tam da ihtiyaç duyduğumuz şey. 

Ancak dahası da var. Rowling bu yıla ikinci bir kitap daha sığdırmayı planlıyor. Ekim ayında dünyanın dört bir yanında 20’den fazla dilde eşzamanlı olarak yayımlanacak olan “The Christmas Pig”, Türkiye’de de yine Yapı Kredi Yayınları etiketiyle sevenleriyle buluşacak. Usta hikâye anlatıcısından çocuklara, mucizelerin yaşandığı, hayallerin gerçekleştiği, oyuncakların bile canlanabildiği Noel arefesinde yaşanan sıcacık bir macera daha geliyor.
 
Ahmet Ümit’ten 2000 yıl önceye uzanan bir hikâye
Türk edebiyatının polisiye türündeki en başarılı ve sevilen yazarlarından biri olan Ahmet Ümit, yepyeni bir kitap ile yaz aylarında okurlarının karşısına çıkmaya hazırlanıyor: “Kayıp Tanrılar Ülkesi”.

“Unuttuğunuz yerden başlayacağım. Adımın silindiği son şehirden, son heykelimin parçalandığı son tapınaktan, son kâhinimin son kehanetinin son sözünden, sunaktaki son kurbanın tüten son etinden, sevgiyle, saygıyla, korkuyla yalvaran son kulumun son duasından…” sözleriyle başlayan “Kayıp Tanrılar Ülkesi” Avrupa’nın en renkli, en kaotik, en çarpıcı kentlerinden biri olan Berlin’den yola çıkıp, Anadolu’da antik Pergamon (Bergama) kentinin surlarına uzanırken iki şehir arasında geçen iki bin yıllık geçmişe uzanan bir hikâyeyi anlatıyor. Ahmet Ümit yeni kitabını şu sözlerle tanımlıyor: “Kayıp Tanrılar Ülkesi”, antik dünyanın sekizinci harikası Pergamon Altarı ekseninde baba oğul ilişkisini sorgulayan bir roman. 'Kar Kokusu'nda Moskova’yı anlatmıştım, bu kitap başka yabancı bir şehri, Berlin’i anlattığım ikinci çalışmam. Biraz da Anadolu’nun Helenistik dönemini anlatıyor.

Günümüzden geçmişe uzanan bir kurgu. Berlin Duvarı'nın yıkılışıyla Pergamon Altarı’nda anlatılan Tanrılarla Devlerin Savaşı’nı birleştiren bir tema. Elbette bir cinayet ve suç romanı...” Henüz detayları kesinleşmese de, Yapı Kredi Yayınları’nın tanıtım bülteninde yazılanlar “Kayıp Tanrılar Ülkesi”ni heyecanla bekleyen sadık Ahmet Ümit okurlarının kalp atışlarını daha da hızlarmak için yeterli görünüyor: “Berlin’de cinayetler işleyen becerikli bir katil. Zeus’un ağzından parşomenlere, insan kanıyla enfes destanlar yazan bir şair. İşlediği cinayetlerle unutulmuş tanrıları yeniden uyanmaya çağıran bir çılgın. İnsanlardan nefret ettiği için, Tanrı olmaya kalkışan bir ölümlü. Babasıyla hesaplaşmak için Olimpos’a çıkmaya hazırlanan bir çocuk...” Yılın en dikkat çekici romanlarından biri olacak olan “Kayıp Tanrılar "Ülkesi" sabırsızlıkla bekleniyor.
 
Amin Maalouf’un sekiz yıllık suskunluğunu bozan roman
Dünyaca ünlü Beyrutlu yazar ve düşünür Amin Maalouf, Türkiye’de de geniş bir okur kitlesine sahip. Yaşadığımız coğrafyanın zengin kültüründen beslenen tarihsel romanları ve leziz anlatımıyla tanınan Maalouf, “Semerkand”, “Doğu’nun Limanları”, “Afrikalı Leo” gibi eserleriyle hatırı sayılır sayıda hayranını peşinden sürüklüyor. Romanlarıyla olduğu kadar deneme kitaplarıyla da ilgi çeken Amin Maalouf, en son 2012 yılında yayımladığı “Doğu'dan Uzakta” romanıyla okurlarıyla buluşmuş, sonra sekiz yıllık bir sessizliğe bürünmüştü. Bu yıl Yapı Kredi etiketiyle yayımlanan, sevenlerinin hasretle beklediği yeni romanı “Empedokles’in Dostları” ise okurlarını şaşırtıyor. Zira Maalouf bu kez farklı bir yol izliyor ve geleceğe yönelik bir kurguyla karşımıza çıkıyor.

“Empedokles’in Dostları” Atlas Okyanusu kıyısındaki Antioche adlı küçük bir adada geçiyor. Adanın yalnızca iki sakini var: Orta yaşın verdiği olgunlukla sessiz bir hayat sürmek isteyen Alec ile yazdığı ilk romanının başarısının ardından her şeyi ardında bırakan esrarengiz Ève. Birbirlerinden uzakta, kırılgan yalnızlıklarının tadını çıkaran bu iki insanın yolu bir gün elektriğin, telefonların, televizyon yayınlarının, internetin, kısacası her türlü iletişim aracının etkisiz hale gelmesiyle kesişiyor. Ortalık “Gezegen bir nükleer felaketin eşiğinde, Amerika küresel ölçekte bir terör saldırısına maruz kalmış, teknolojik gelişmeler artık insanlığın sonunu getirmiş” söylentileriyle çalkalanırken, kendilerine Empedokles’in Dostları diyen, son derece gelişmiş bir teknolojiye ve tıp bilgisine sahip bir grup gizemli insan bu karmaşaya son vermek üzere çıkageliyor. Alec bu insanların kim olduğunu öğrenmeye çalışırken, içinde yaşadığımız dünyanın çelişkileriyle de yüzleşmek zorunda kalıyor...

Amin Maalouf yeni romanı “Empedokles’in Dostları”nda, “Ölümcül Kimlikler” ve “Uygarlıkların Batışı” kitaplarında yer verdiği eleştirel gözlemlerin izinde yarı distopik bir dünya çiziyor. Önceki kitaplarında çözümlemeye çalıştığı insanlığın sonu, uygarlıkların kendini yok etmesi gibi olguları ustaca işliyor. Ve bizleri binlerce soruyla baş başa bırakıyor.
 
Orhan Pamuk’tan bir tarih, aşk ve salgın romanı
Türk edebiyatının Nobel ödüllü usta kalemi Orhan Pamuk, “Kırk yıldır düşündüğüm, beş yıldır yazdığım ve son bir yıldır da yeniden yazdığım” sözleriyle anlattığı son romanı “Veba Geceleri”yle karşımızda. 1901 yılında, Osmanlı İmparatorluğu’nda veba salgınının baş gösterdiği bir dönemde, Osmanlı’nın 29. vilayeti olarak tanımlanan hayali bir ada olan Minger'de geçen ve Pamuk’un çok katmanlı anlatısıyla zenginleşen “Veba Geceleri” hem tarihî bir anlatı, hem sürükleyici bir siyaset ve aşk romanı hem de Pamuk’un salgın, karantina, devlet ve birey konularını bir masal havasıyla tartıştığı etkileyici bir eser olarak göz dolduruyor. Veba salgınını yazarken koronavirus pandemisini yaşamaya başlayan Orhan Pamuk bu tesadüfi kesişimi şu sözlerle anlatıyor: “… heveslerle ve coşkuyla başladığım romanım için pek çok kitap okuyor ve kendime göre araştırmalar yaparak sabırla yazıyordum ki, üçüncü yılın sonunda, yani geçen yıl, koronavirüs salgını başladı... ve çevremdeki herkes tıpkı benim romanımdaki gibi ölümlerden, söylentilerden, hastalığı kimin getirdiğinden, karantinadan, önlemlerden, sokağa çıkma yasağından, hastanelerin ve mezarlıkların dolmasından söz etmeye başladı. Romanımda yazdıklarım gerçek olmuştu.”

Sultan Abdülhamit’in salgını durdurması için görevlendirdiği Sağlık Başmüfettişi Bonkowski Paşa, başarılı Doktor Nuri ile eşi Pakize Sultan, adadaki genç, milliyetçi Osmanlı subayı Kolağası Kâmil ile onun âşık olduğu adalı Zeynep ve Vali Sami Paşa ile güzel sevgilisi Marika ekseninde dönen hikâye, karantina yasaklarına itaat edilmesi için çaba harcayan bu insanların vebayla, adadaki geleneklerle ve sonunda birbirleriyle ve ölüm tehditleriyle savaşını ve yaşadıkları aşkları konu alıyor. Bu arada karantina sorunları, ölüm korkusu, kadercilik, devlete öfke gibi günümüzde yaşananlarla paralel temalar da satır aralarına yansıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinin genel manzarasını panoramik bir biçimde resmeden Orhan Pamuk, “Veba Geceleri”nde yine her zamanki ustalığını sergiliyor.
 
Kazuo Ishiguro’dan yakın ve ürkütücü bir gelecek portresi
2017 yılında “dünya ile aramızdaki aldatıcı bağları açıkça ortaya koyması” ve “büyük bir duygusallıkla yazması”ndan ötürü Nobel’e değer görülen Japon asıllı İngiliz yazar Kazuo Ishiguro, Nobel’den sonra yazdığı ilk romanıyla tekrar karşımızda. Ishiguro’nun gelecekte geçen yeni romanı “Klara ve Güneş” bildik bir tema olan robotlar ile insanlar arasındaki ilişkiye odaklanıyor. Daha önceki romanlarında da kontrol edilemeyen teknolojik ilerlemelerin tehlikesinden, masumiyetin kaybından, basit yaşamların saygınlığından bahseden “karanlık” alegorilere sıklıkla yer veren Ishiguro, “Klara ve Güneş” ile insanlığı ve kırılganlığı tüm hücremizde hissettirecek bir başka şaheseri önümüze koyuyor.

Roman, kendisine bir insan-sahip bulmak isteyen, çocuklara arkadaşlık etmesi için geliştirilmiş ve güneş enerjisiyle çalışan yapay zekâlı robot Klara ile evde kapalı yaşayan 14 yaşlarında yalnız bir kız çocuğu olan Josie arasındaki duygusal ilişkiyi konu alıyor. Şu sıralar çocukların pandemi sebebiyle evlerinden çıkmadığı, eğitimlerini ve sosyal ilişkilerini online olarak sürdürdüğü dünyamıza bakınca, Kazuo Ishiguro’nun resmini çizdiği karanlık geleceğin aslında günümüzden çok da uzakta olmadığını, hatta bizzat yaşanmakta olduğunu da söylemek mümkün. Bu arada Ishiguro’nun bu romanı, salgın sebebiyle çevrimiçi okul düzenine geçilmeden önce bitirdiğini de ekleyelim. Ishiguro’nun bu müthiş öngörüsü sayesinde “Klara ve Güneş”, okuru tam on ikiden vurarak teknolojiyle iç içe geçen yaşamımızı, yalnızlaşan ruhlarımızı, arkadaşlık konusundaki düşüncelerimizi, ilişkilerimizi ve bağlarımızı yeniden gözden geçirmemize sebep oluyor. İnsan ruhu ve kalbine dair son derece etkileyici bir roman...