12 Ağustos 2021

Güven İslamoğlu: “Yakın bir zamanda iklim yeniden tarih yazacak”

Çevre haberciliği denilince Türkiye’de akla gelen ilk isim olan Güven İslamoğlu ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Dünyanın dört bir yanında kuraklığın yaşandığını, buzulların eridiğini, volkanik patlamaların, sellerin ve depremlerin meydana geldiğini kaydeden İslamoğlu, “Dünya alarm veriyor. İnsanoğlu olarak artık ekonomiyi değil nasıl hayatta kalabileceğimizi düşünmemiz ve olası iklim krizine hazırlıklı olmamız gerekiyor” diyor.
 
Meslek hayatınıza 1990 yılında TRT’de “Gün Başlıyor” adlı programda ‘Yönetmen Yardımcısı’ olarak başladınız. Ardından Türkiye’nin önde gelen medya kuruluşlarında hem kamera önünde hem de işin mutfağında yer aldınız. Mesleğe başlarken olmak istediğiniz yer ile şimdi olduğunuz yer örtüşüyor mu?
Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldum. Aslında bu mesleği bilerek ve isteyerek seçmedim, şartlar öyle gelişti. Diş hekimliği fakültesi istemiştim ama beş puanla diş hekimliği fakültesini kaçırınca bir sonraki sene üniversite sınavına tekrar girerim, yeniden denerim diye düşündüm. Hatta ODTÜ’ye girmek istedim. O dönemde Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’nde İngilizce eğitim veren bölüm açılmıştı. Bir arkadaşımın “Böyle bir bölüm açıldı. Hem İngilizce öğrenirsin. İngilizce öğrendiğin için de seneye imtihana girince ODTÜ’nün İngilizce hazırlığını pas geçersin” tavsiyesi üzerine o yıl Eskişehir Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi’ne girdim. Ertesi yıl gerçekten de sınava girdim ve ODTÜ’yü kazandım. Fakat halihazırda eğitimimi devam ettirdiğim okulun atmosferi bana çok sıcak geldi. Ayrıca o yıllarda Eskişehir Anadolu Üniversitesi’ne eğitim vermek üzere Amerika’dan İrlanda’dan İskoçya’dan hocalar gelmişti. Eskişehir de küçük bir Avrupa şehri gibiydi. Bir anda kendimi okulumla, hocalarımla ve arkadaşlarımla kaynaşmış bir şekilde bulunca okuldan gitmemeye ve İletişim Bilimleri’ni okumaya karar verdim.

Gezmeyi, yeni yerler keşfetmeyi ve macerayı çok severim. Bir müddet sonra bu mesleğin benim ruhuma çok uygun olduğunu düşünmeye başladım. Aslında istemeyerek mesleğimi buldum. Çünkü o zamanlar masa başında iş yapamayacağımı düşünüyordum. Yaratıcılığı daha fazla olan bir şeyler yapmak ve dünyaya ölmeden bir şeyler bırakmak istedim. Bu meslek de bu isteğime uygundu. Yaptığım haberlerle dünya ve toplum için önemli olan pek çok konuyu gündeme getirdim. Amacım yaşarken bir farkındalık yaratmaktı. Bu meslek sayesinde çevre konusunda bir farkındalık yaratmayı başardığımı düşünüyorum. Elbette daha da yapılması gereken çok şey var ama bir bakıma amacıma ulaştım diye düşünüyorum.

Bir doğasever olarak yıllardır Türkiye’nin çevre ve doğa sorunlarını ekranlara taşıyorsunuz. Bu tercihin nasıl şekillendiğini bize anlatabilir misiniz?
Rizeli olmamdan dolayı çocukluğumun yaz tatilleri Rize’de doğayla iç içe geçiyordu. Babaannemin evinde doğayla barışık bir yaşam sürüyordum. Hatta öyle ki bazen yağmur yağardı ve ben evin ahırında samanların üzerine oturup saatlerce yağmuru seyrederdim. Bu bana tarifi imkânsız bir mutluluk ve huzur verirdi. Zaten doğayı tanımadan, onunla yakın bir ilişki kurmadan ve tüm benliğinizde hissetmeden onu koruyamazsınız. Habercilik yaptığım dönemlerde bu duygunun da yönlendirmesiyle zaman zaman çevre ile ilgili konuları gündeme getiriyordum.

2004 yılında CNN Türk’teyken yöneticilerim, küresel iklim değişikliğinin etkilerini ilerleyen yıllarda çok daha dramatik bir şekilde yaşayacağımız ve bu konuda kanal olarak etki gücümüzü kullanarak bir farkındalık yaratmamız gerektiği düşüncesiyle bu konuda gündem oluşturacak haberler yapılmasını kararlaştırdı. Bu görev de bana verildi. İşin içine girince bilmediğim çok şeyin olduğunu fark ettim. Aslında gelecekte doğanın değil insanın bu dünyada varlığını devam ettirip ettiremeyeceğinin asıl soru olduğunu öğrenince de bu konuda toplumun bilincini artırmaya yönelik programlar yapmaya başladım.  2010 yılından beri “Yeşil Doğa”  programını yapıyorum. 2010 yılında ne söylediysem bugün hepsi gerçek oldu. İklim değişikliği, sıcaklık artışları, bugün denizlerde gördüğünüz müsilaj oluşumu, depremler, volkanik faaliyetler… Ne dediysek olmaya başladı. Çünkü dünya olacakların sinyallerini veriyordu. Ancak bunu insanlara anlatmak ve göstermek gerekiyordu. İşte ben de kendi yaşamımızı korumak için doğayı korumamız gerektiği bilinciyle programlar yaparak insanlarda farkındalık oluşmasına katkı sağlamaya çalışıyorum. Her geçen gün yeni şeyler öğreniyor, bunları da insanlara aktarmaya çalışıyorum.

Bugüne kadar gerçekleştirmiş olduğunuz çalışmalarla dünyanın en önemli ve en prestijli ödüllerinden bazılarına layık görüldünüz. Bu omuzlarınıza nasıl bir sorumluluk yüklüyor?
Bugüne kadar ulusal ve uluslararası prestijli kurum ve kuruluşlardan onlarca ödül aldım. Bu ödüller beni daha iyisini yapma noktasında motive ediyor. Ben çevre haberciliğinin de en az politika haberleri kadar ciddi ve önemli olduğunu gösterdim. Yaptığım haberlerle toplumun da bu konuda farkındalığının artmasına katkıda bulundum. Çevre haberciliği yapmak konusunda yeni nesil habercilere de bir yol açtım. Eskiden çevre haberleri çok soft bulunduğu için pek fazla yapılmak istenmiyordu. Habercilik işine girmek isteyen hemen hemen herkes, savaş muhabiri olmak, siyasetle ilgili haberler yapmak yani daha fazla göz önünde olacağı branşlarda varlık göstermek istiyordu. Ama artık yeni nesil, çevre konusunda da haber yapmak istiyor. Çünkü çevre sorunları gün geçtikçe artıyor ve insanlar bu konunun da en az siyaset kadar hatta daha fazla önemli olduğunun farkındalar. Ama bu konuda konuşan, haber yapan insan sayısı çok az. Bu da bizim omuzlarımıza daha fazla yük binmesine ve daha fazla sorumluluk almamıza neden oluyor. Türkiye’de çevre haberciliğinin önde gelen ismi olduğum için de haliyle hissettiğim sorumluluk fazla. Bu nedenle elimden geldiğince konferanslara, workshoplara katılıyorum. Elimden geldiğince okullarda düzenlenen etkinliklerde yer almaya çalışıyorum. Özellikle okullardaki etkinliklerde çevre konusunun ne denli önemli olduğuna dair güncel örnekler üzerinden bilgiler vererek farkındalık yaratmaya çalışıyorum.

Küresel ısınma son 15-20 yıldır tüm dünyanın gündeminde büyük bir yer kaplıyor. Sizce dünya küresel ısınma ile ölümlü insanoğluna neyin mesajını vermek istiyor? Birçok uzman Covid-19 pandemisinin de benzer bir mesaj içerdiğini düşünüyor. İnsanlar ve iş dünyası bu mesajı sizce doğru okuyorlar mı?
Doğru okuyabildiklerini sanmıyorum. Geçtiğimiz haftalarda Amerika Birleşik Devletleri, bir geminin dayanıklılığını test etmek için denizde 3.9 büyüklüğünde bir patlama gerçekleştirdi ve tüm medya bu patlamayı deprem niteliğinde patlama diye verdi. Bu patlama nedeniyle denizde ne kadar canlı öldü, ekosisteme ne kadar zarar verildi söyleyen yok. O patlama sonrası denizin üstündeki görüntüyü gösterseler belki de biz yunusların, balinaların ve daha binlerce milyonlarca deniz canlısının ölümüne tanık olacaktık.

Özetle hala akıllanmış değiliz. Bu patlamaları ne için yaptılar olası bir savaş durumunda gemilerin sağlamlığını ölçmek için. Daha nereye kadar savaşacağız? Dünyayı parselledik ve parselleri kontrolümüz altında tutmak için birbirimizi öldürüyoruz. İnsanoğlu birbirini öldürüyor, doğayı yok ediyor ama bir müddet sonra doğa diyecek ki “Bu dünyanın hakimi sen değil benim.” Bilim insanları “Tarihi iklim yazar” der. Yakın bir zamanda iklim yeniden tarih yazacak. Buna da hazırlıklı olmamız gerekiyor. Tarihe baktığımız zaman iklim değişikliğinin imparatorlukları nasıl çökerttiğini ve siyasi değişikliklere neden olduğunu açıkça görebiliyoruz.

Şimdi yine bir küresel iklim değişikliği ile karşı karşıyayız. Böyle giderse tarımsal bir felaket olacak bunu da sonuçlarını göreceğiz. Hatta görmeye de başladık. Tüm dünyada çok ciddi bir kuraklık var. Bunun yanında buzullar eriyor, volkanik patlamalar, depremler meydana geliyor. Dünya alarm veriyor. Dolayısıyla insanoğlu olarak artık ekonomiyi değil nasıl hayatta kalabileceğimizi düşünmemiz ve buna hazırlıklı olmamız gerekiyor.

Sizin için “Türkiye’de neredeyse çıkmadığı dağ, girmediği kanyon, yüzmediği göl ve nehir kalmadı” diyorlar. Bu ülkenin coğrafyasını derinlemesine bilen biri olarak Türkiye’de son 10-15 yılda doğa ve çevre adına yaşanan değişimleri nasıl okuyorsunuz? İnsanımızın bilinç seviyesinde ne gibi farklılıklar olduğunu gözlemliyorsunuz? Verebileceğiniz pozitif örnekler var mı?
Sıfır atık konusunda bir bilinçlenme hareketi başladı. Fakat hala doğanın doğru bir şekilde kullanılması konusunda bir bilinçlenme olduğunu düşünmüyorum. Bunun bir devlet politikası olması lazım. Kosta Rika bunun çok güzel bir örneği. Tamamen doğaya döndü, alternatif turizme yöneldi. “Orduya bu kadar para vereceğime doğaya yatırırım” diyerek ordusunu kaldırdı ve ekonomisini böyle yükseltmeye karar verdi. Dünyanın birçok ülkesinde bu tür radikal kararlar alınıyor. Bunun devlet politikası olması lazım. Hâlbuki insanoğlu doğayı kendi çıkarları için kullanma yönünde korumaya çalışıyor. Özetle doğal olanı korumuyoruz, doğal olan şeyi parka çeviriyoruz.

Son zamanlarda özellikle çocuklar bu konuda daha fazla inisiyatif alıyorlar. Bu sevindirici bir gelişme çünkü çocuklar geleceklerine kendilerinin sahip çıkması gerektiğinin farkındalar. En olumlu gelişme bu. Ellerinde pankartlarla parklara, sokaklara çıkan aktivist çocuklar var. Diğer çocuklar da onları görünce işin içine dahil olmak istiyorlar. Çevreyi koruma adına hayata geçirilen etkinliklere ve eylemlere bir ucundan dahil olunca da öğrendiklerini arkadaşlarına ve ailelerine aktarıyorlar. Bu da dünyanın geleceği için umut verici, pozitif bir örnek.

Sizin de sık sık dile getirdiğiniz üzere bugünün refahı için gelecekten çalıyoruz. Bir yerküre dostu olarak sürdürülebilir ve verimli yaşam için bireysel ve toplumsal olarak hayatı nasıl dizayn edelim ki bize bırakılan mirası ilk günkü gibi geleceğe taşıyabilelim?
Aslında teşhis koymadan tedavi etmek mümkün değil. Önce insanlar sorunu iyi anlamalı ki ondan sonra çözüm bulabilelim. Daha sonra da herkesin üzerine düşen görevi layıkıyla yapması gerekiyor. Bana “Daha yaşanabilir bir dünya nasıl yaratılabilir. Bunu nasıl başaracağız” diye soruluyor. İşe su faturanızı, giyim faturanızı, yeme içme faturanızı düşürmekle başlayın. En basit yolu yaşam şeklimizde değişikliklere giderek karbon ayak izimizi azaltmak. Bunu yaptığınızda zaten doğaya katkınız olacaktır Şu anda hemen hemen hepimizin dolabında ortalama 10 tane kot pantolon var. Bir tane kotu üretmek için 10 tona yakın su harcanıyor. Ama biz bundan habersiz sorumsuzca kıyafet satın alıyoruz. Ya da tüketebileceğimizden daha fazla gıda alıyoruz, tabaklarımızı tıka basa dolduruyoruz. Yiyemeyince de bunlar çöpe gidiyor.  Bir düşünün bir hamburger yediğiniz zaman 2500 litre su harcanıyor. Nasıl diyeceksiniz. Marul için, domates için, soğan için, et ve ekmek için su lazım fakat bunu düşünmüyorlar. Biz bir hamburger üretirken dünyayı o kadar çok kirletiyoruz ki, yarısını çöpe attığınız zaman da dünyayı boşa kirletmiş oluyorsunuz. Halbuki çöpe attığınız o hamburgerin yarısına muhtaç insanlar var. Yılda bir milyon kişi açlıktan ölüyor ama çok ilginçtir ki yılda 3 milyon kişi de obeziteden ölüyor. Diyebiliriz ki biri diğerinin hakkını yiyor ve siz o hamburgerin yarısını çöpe attığınızda bir başkasının hakkını çöpe atıyorsunuz, o aç kalıyor.

Bunun yanında tükettiğiniz ürünlerin de çevreci olmasına özen gösterirseniz üreticileri de bu yönde ürün üretmeye mecbur edersiniz. Son zamanlarda beyaz eşya sektöründe bunu görüyoruz artık insanlar A++ cihazlar istiyorlar Çünkü kimse fazla enerji tüketen cihaz istemiyor. Bu sefer üretici de enerji verimli cihazlar üretmeye başlıyorlar. Yoksa satamayacaklarını biliyorlar. Böylece yeşil ekonomi kavramı daha da fazla öne çıkmaya başlıyor.

Özetle eylemlerimiz sonucunda doğaya ne kadar zarar verdiğimizin farkında bile değiliz. Hâlbuki yaşam şeklimizde değişikliğe gider ve daha az tüketirsek hem doğayı korur hem de bütçemize katkı sağlamış oluruz. Manevi olarak da huzur buluruz. Daha az tüketerek karbon ayak izimizi de düşürürüz.

Günümüzde yaşanan savaşların bazılarının temelinde bile çevre sorunlarının yattığını görüyoruz. Doğayı ve çevreyi bu hızla tahrip etmeye devam edersek sizce gelecekte bizi jeopolitik, ekonomik ve sosyal anlamda ne gibi senaryolar bekliyor olacak?
İnsanoğlunun yok olması! Belki hatırlarsınız 2010 yılında İzlanda’da volkan patladı. Bir süre uçak seferleri yapılamadı. Ticaret durdu. O volkan 5-6 ay daha lav püskürtmeye devam etseydi biz soğuk bir döneme girecektik. Buna nükleer kış deniliyor. Soğuk dönemde her şey donar, yaz yaşanmaz, meyve -sebze alamazsınız. Bu da kuraklık, açlık, felaket demek. Tüm bu anlattıklarım bir sene içinde gerçekleşecekler şeyler. Dünyada böyle aktif volkanlar var. Patlaması halinde dünya bir anda soğur, 2-3 yıl güneşi bile göremeyebiliriz. O zaman yapacak fazla bir şey kalmaz. Hayatta kalmak istiyorsanız topraksız tarıma geçersiniz, tohumlarınız varsa tohumlarınızı korursunuz, yer altı su kaynaklarınızı korursunuz, seracılığı güçlü bazı ülkelerin ayakta kalma şansı var. Enerji kaynaklarınız böyle bir durumda işe yaramayacaktır çünkü hasar görebilir. O yüzden olası iklim krizine hazırlıklı olmak gerek. Şayet durduramayacaksak hazırlanmamız gerek. Ama bunun için bir devlet politikası gerekiyor. Devletin aktif rol alması gerekiyor biz zorlamaya çalışıyoruz ama çok da yeterli olduğunu düşünmüyorum bu konuda daha fazla talepkâr olmamız gerekiyor ki adım atılsın.

Dünyanın pek çok yerine seyahat etmiş biri olarak “mutlaka yine geleceğim” ve “bir daha asla” diye iki ayrı liste çıkarmanızı istesek ilk sırada neresi yer alır?
Bir daha asla gitmem dediğim yer Uzungöl olur. Eski halini bilen biri olarak orada yaşanan felaketi görmek istemiyorum. Bana göre Uzungöl Türkiye’nin Çernobil’idir. Bir daha mutlaka görmek isterim dediğim yer ise Bitlis Tatvan’daki Nemrut Krater Gölü. O krater gölünün zirvesine çıkıp manzarayı izlemek muhteşem bir duygu.
 
 
 

Fotoğraf galerisi