16 Temmuz 2021

Bilim ve tarih meraklılarını şaşırtan arkeolojik keşifler

Yeni arkeolojik kazılar her geçen gün tarih algımızı değiştiren şaşırtıcı sonuçlar ortaya çıkarıyor. Bazı keşifler bilim ve tarih meraklılarını hayrete düşürecek cinsten teknolojik aletler ve yapılarla atalarımızın sandığımızdan farklı olabileceğine dair işaretler veriyor. Sizler için eski zamanlarda neredeyse bugünkü teknik gelişmişliğe yaklaşan 8 arkeolojik bulguyu derledik.

Minos’ta merkezi ısıtma                                 
Avrupa’nın şafağı sayılan, ilk medeniyet olarak kabul edilen Minos Uygarlığı, modern dünyanın pek çok konforunun da temellerini atmış. Merkezi Girit olan Güneydoğu Yunanistan, adalar ve Türkiye’nin güneybatısını kapsayan geniş bir alana yayılmış olan bu uygarlık, gelişmiş ekonomik faaliyetlerle zenginleşerek ileri teknolojilere de imza atmışlardı. Yunanistan’da bulunan kalıntılardan biri olan Knossos antik kentinde yapılan kazılar, arkeoloji meraklılarını heyecanlandıracak keşiflerden birine sebep oldu. Kazıda M.Ö 2700-1400 yıllarında yaşamlarını sürdürmüş olan Minos medeniyetine ait silindir şeklinde, yarım daire çatısı olan yapılar keşfedildi. Bunun bilim dünyası açısından şaşırtıcı yanı ise ta o zamanlarda düşünülen merkezi ısıtma sistemi oldu. Zeminin altına yerleştirilen ısıtma sistemi sayesinde bütün bina ısınabiliyordu. Mimaride oldukça ileri seviyeyi yakalayan, Knossos saraylarıyla tarihe geçen bu uygarlığın, çok eski zamanlarda bugün pek çok kimsenin yaşayamadığı konforu kullanması herkesi şaşırtıyor.

Antikythera mekanizması
Yunanistan açıklarında bir geminin enkazı içinde keşfedilen Antikythera mekanizmasının dünyanın en eski analog bilgisayarı olduğu düşünülüyor. 2 bin yıllık bu düzeneğin Güneş’in, Ay’ın, Merkür’ün, Venüs’ün, Mars’ın, Jüpiter ve Satürn’ün hareketlerini eş merkezli halkalar üzerinde gösteriyor. El ile çalışan bu cihaz, beş gezegenin hareketini, ayın evrelerini, Güneş ve Ay tutulmalarını tahmin ederek evrenin hareketini ortaya koyuyordu. Ancak, bu dönemde yaşayan insanların metali nasıl işlediği ve cihazı hangi amaçla kullandığı hep merak konusu oldu.30 santimetre yüksekliğinde ahşap bir kutu içine yerleştirilen mekanizma, nasıl kullanıldığını anlatan eski yazıların olduğu bir kullanma kılavuzu ve kadranlara bağlı 30’dan fazla bronz dişli çark içeriyor. Okunabilen yazıların bir kısmında ise, “Kolu çevirin ve Yunan tanrılarının cennetine giriş yapın” yazıyor.

Mucit Heron’un mirasları
MS.1. yy’da Mısır’ın İskenderiye şehrinde yaşayan Heron, matematik ve mühendislik alanında uzmanlığının yanı sıra önemli bir mucitti. 100’ün üzerinde icadın altında imzası bulunan bilim insanı, yazılı eserlerinde hidrolik (su bilimi), pnömatik (basınç bilimi) ve mekanik çalışmalarına geniş bir yer ayırdı. İçme suyu çeşmeleri, kendi kendisini doldurabilen şarap kadehleri, ışık duyarlı fenerler, icatlarından bazıları. Günümüzde pek çok kamu binasında yaygın olarak kullanılan otomatik kapılar da Heron’dan miras. Sıcak havayla çalışan bu mekanizmayı arkeolojik kazılar ortaya çıkardı. Antik tapınaklarda kullanılan içecek otomatları da yine Heron’un icadı. Çoğunlukla kutsal su vermesi için kullanılan ve demir parayla çalışan bu makineler, bir dönem unutulduysa da 19. yy’dan itibaren tekrar kullanılmaya başladı.
 
Lüks hamam
İzmir Torbalı’da bulunan Metropolis kazıları da yine şaşırtıcı bulgular ortaya çıkardı. Balneum adı verilen hamam, MS. 400-500 yıllarında konfor ve lüksün neredeyse bugüne yaklaştığını göstermesi açısından hayret uyandırıyor. Günümüze kadar çok iyi korunmuş durumdaki 400 metrekarelik bina, kentte yaşayan ustaların ileri düzeyde mimarlık ve mühendislik bilgisine sahip olduğunu gösteriyor. Bu özel hamam, küçük mekânları ve ancak bir aileye hizmet verebilecek kapasitesi ile muhtemelen varlıklı bir Metropolislinin ya da burada yaşayan bir yöneticinin mülküydü. Balneum’un mermer avlusunun bir yanında en çok 3-4 kişinin kullanabileceği bir havuz bulunuyor. Bu havuzdan, tamamı renkli mermerlerle kaplanmış havuzlu ön odaya geçiliyor. Bu oda dar bir kapı ile girilen ılık odaya geçişi sağlıyor. Buradan da hamamın merkezi yıkanma kısmı olan ve içinde küvet şeklinde iki ya da üç yıkanma bölmesi bulunan en sıcak odasına giriş yapılıyor. Yapının, günümüzden bin 500 yıl önce mekânın yerden ve duvardan ısıtıldığını gösteren ve Tubuli adı verilen eşine az rastlanır mühendislik harikası sistemi olduğu görülüyor. Bu özel hamam yapısı, bugün dahi çok gelişmiş kabul edilebilecek bir ısıtma sistemine sahip olduklarını, temiz ve kirli suyun birbirine temas etmeden geçmesini sağlayan bir mühendislik çalışması yapıldığını gösteriyor.

Homosapiens Avrupa’ya daha erken gelmiş
Afrika kıtası dışında bulunan en eski Homosapiens kafatası, tarih bilgimizi yeniden güncelledi. İki yıl önce Yunanistan’da gerçekleşen bu bulgu, Homo Sapienslerin Afrika’dan Avrupa’ya tahmin edilenden daha erken geçmiş olduğunu ortaya çıkardı. Yunanistan’da bir mağarada yapılan kazıda ilk önce 170 bin yaşında bir Neanderthal’e ait kafatası bulundu. Tarihi değiştiren ise ikinci kafatası oldu. 210 bin yıllık olduğu tespit edilen ve Apidima 1 adı verilen kafatası, Afrika kıtası dışında ve dolayısıyla Avrupa’da bulunan en eski Homo Sapiens kalıntısı olarak literatüre geçti. Bulgular insanlığın Avrasya kıtasına yayılmasının tek bir defada değil on binlerce yıl boyunca zaman zaman başarısız olan göçlerle gerçekleştiği tezlerini destekliyor. Güneydoğu Avrupa daha önce de ilk insanlar için ana göç koridorlarından biri olarak kabul ediliyordu fakat bu bölgede şu ana kadar bulunan en eski Homo Sapiens kalıntısı 50 bin yıl öncesine dayanıyordu.

Yeni bir insan türü
İki yıl önce yapılan bir diğer keşif ise insanlık tarihiyle ilgili bilgilerimizi değiştirmemize sebep oldu. Filipinler’in en büyük adası Luzon’daki Callao Mağarasında, yapılan kazılar yeni bir insan türünü açığa çıkardı. Yaklaşık 67 bin yıl önce modern insanlarla aynı zamanda yaşamış yeni insan türüne “Homo Luzonensis” adı verildi. Mağarada bulunan insan fosillerinin arasında bulunan küçük azı dişleri, bu insanların küçük olduğunu gösteriyor. Kavisli el parmakları ve ayak başparmakları nedeniyle bilim insanları bu atalarımızın ağaçlara tırmandıklarını düşünüyorlar. Homo Luzonensislerin, soyu tükenen diğer insan türleriyle kıyaslandığında Homo Sapiens’e daha yakın bir tür olduğu belirtiliyor. Homo Luzonensislerin; Neandertaller, Denisovanlar, Homo Floresiensis ve bugünkü insan türü Homo Sapienslerle aynı dönemde yaşadığı vurgulanıyor.

Mamut kemiklerinden yapı
Rusya’da ortaya çıkarılan gizemli yapı da tarih ve arkeoloji meraklılarını heyecanlandıracak türden. En az 60 farklı mamutun kalıntılarından yapılmış 25 bin yıllık gizemli dairesel yapı, eski toplulukların Avrupa’nın buzul çağından nasıl kurtulduğuna dair ipuçlarını ortaya koyuyor. Özellikle buzul çağına dair Avrupa’nın en zengin kazı alanlarından birisi olan ve yaklaşık 40 yıldır kazılan Kostenki’de bulunan yapı, boyutları ile diğer mamut evlerinden ayrılıyor. Daire şeklindeki devasa yapının, çapı 12,5 metre ve avcı-toplayıcı insanlar tarafından yapıldığı düşünülüyor. Asıl şaşırtıcı olansa hangi amaçla yapıldığının netleşmemesi. Gıda olarak kullanıldığını düşündüren çok sayıda hayvana ait kemikler yoktu, dolayısıyla uzun süreli barınma için kullanılmamış olmalıydı. Belki de o dönem için bulunması çok zor olan donmamış doğal tatlı su kaynakları onları cezbetmişti ve burayı geçici bir sığınak ya da su/gıda ambarı olarak kullanmışlardı. Diğer bir ihtimal ise insanların yapıyı inançları gereği ritüellerine özel olarak inşa etmiş olmasıydı. Araştırmacılar, bu yapıyı inşa etmek için çok fazla zaman ve çaba harcandığını, bu yüzden bir nedenden dolayı bunu yapan insanlar için önem arz etmiş olabileceğini söylüyor.

Göbeklitepe tarihi değiştirdi
Arkeoloji ve tarih meraklılarının bir süredir bildiği Göbeklitepe, Atiye dizisiyle birlikte daha fazla gündeme geldiyse de birçok kişi için hala gizemini koruyor. Büyük bir organizasyon ve hayal gücünün eseri olan bu arkeolojik alan, bu büyüklükteki en eski anıt ve ilklerin ötesinde, birçok anlamda tarihin sıfır noktasını oluşturuyor. İnsanın avcı toplayıcı olarak yaşamını sürdürdüğü bir dönemde, ileri düzeyde mimarlık gerektiren tapınaklar inşa etmesi tüm dünyada şaşkınlık yarattı. Tarih öncesi insanın inanç dünyasını yansıtan, animist figürlerle zenginleştirilmiş tapınaklar Göbeklitepe’nin arkeoloji tarihinin en önemli keşiflerinden biri olmasını sağladı. Mısır piramitlerinden 9 bin, Stonehenge’den 6 bin yıl önce inşa edilen bu yapılar kompleksi, insanlığın yerleşik hayata geçtiğini belirleyen en eski yapı olarak tarihteki yerini aldı. Uzmanlarca MÖ 10.000’li yıllarda inşa edildiği söylenen ve geç avcı-toplayıcı topluluklara ilişkin algımızı değiştiren Göbeklitepe arkeolojik devrim olarak nitelendiriliyor.