11 Ağustos 2022

Bu kitaplar hayatınızı kökünden değiştirecek!

Daha önce bir roman karakteriyle aranızda bağ kurdunuz mu? Karakterin başına gelen olayları okurken boncuk boncuk terlediniz mi? Kitabın son sayfasını çevirdiğinizde yaşamı algılayışınızda farklar sezdiğiniz oldu mu? Kimi kitaplar biraz önce sıraladığımız gibi üzerimizde büyük ve sarsıcı bir etki bırakabiliyor. Hayata başka bir pencereden bakmanızı sağlayacak  ve kütüphanenizde mutlaka olması gereken bu kitapları sizler için derledik. Keyifli okumalar! 

Kitap okumak iletişimimize, olaylara yaklaşımımıza, karar alma yetimize ve hatta kelime haznemizi geliştirmemize yadsınamayacak katkıları olan bir eylem. Günümüzde hayatın hızına ayak uydurabilmek için ne yazık ki kitap okumayı çoğu zaman ihmal edebiliyoruz. Ancak kişisel gelişimimize katkı sağlayacak çoğu şeyi de kitaplardan öğreniyoruz. Hele bazı kitaplar var ki hayata bambaşka bir perspektiften bakmamıza önayak olarak yaşamımızı kökünden bile değiştirmemize yardımcı olabiliyor. İşte karşınızda o kitaplar…

Karamazov Kardeşler
Her yazar kaleme aldığı romanında yaşadığı topluma ve dünyaya bir ayna tutar. Gelmiş geçmiş en önemli Rus yazarlardan biri olan Fyodor Mihayloviç Dostoyevski de yaşadığı dünyayı ve dinamiklerini, yazdığı eserlerle okuyucularına günümüzde dahi anlatmaya devam ediyor. Zor bir çocukluk ve yetişkinlik dönemi geçiren Dostoyevski, romanlarında yaşamı boyunca edindiği kendi deneyimlerine ve gözlemlerine kaleminin üstün kıvraklığıyla yer veriyor. Bu eserlerden biri de Karamazov Kardeşler… Yazar iki yıl kadar uzun bir zaman diliminin ardından tamamladığı; aile ve insan ilişkilerini, inancı, toplumsal değer yargılarını çarpıcı bir dille anlattığı romanını okuyucuların merhamet ve vicdanına bırakıyor.

Dünya edebiyatını derin izler bırakan Dostoyevski’nin edebiyat severlerin en çok okuduğu yazarlardan biri olmasının yanı sıra pek çok düşünürün fikirlerini de derinden etkilediği belirtilir. Karamazov Kardeşleri henüz okumadıysanız veya yeniden okumaya niyetlendiyseniz, Dostoyevski’nin satırları üzerinde sarsıcı bir gezintiye çıkmadan önce arkanıza iyice yaslanın ve kemerlerinizi sıkıca bağlayın. İnsanın içindeki karanlık noktanın, hırslarının, toplumsal ilişkilerin menfaat ve çatışmalar üzerinde nasıl şekillendiğine tanık olduktan sonra, şimdiden uyaralım, bir müddet kendinize gelemeyebilirsiniz.


Veba
Cezayir asıllı Fransız yazar Albert Camus’nün 1947 yılında kalem aldığı roman, veba salgınından yola çıkarak, insanoğlunun fani dünyada anlam arayışını varoluşçuluk üzerinden ele alıyor. Yazar, günün birinde Cezayir’in Oran şehrinde farelerin ani ölümü üzerine ortaya çıkan ve halk tarafından başlarda önemsenmeyen veba hastalığını, siyasi durumlar ve insani değerler arasında benzerlik kurarak anlatıyor. 

1939 - 1944 yılları arasında süren İkinci Dünya Savaşı’nda Fransa’nın Alman Nazi Ordusu tarafından işgalini Avrupa’ya yayılan bir veba hastalığı olarak nitelendiren Camus; insani değerler üzerinden ise konuya ölüm duygusu üzerinden yaklaşıyor. Veba hastalığı sebebiyle birçok kişinin hayatını kaybetmesi ve bu durumun bir müddet sonra toplum tarafından kanıksamasını vurgulayan yazar, insanın sürekli karşılaştığı olaylara zamanla alışmasını ve tepki vermemesini, kısaca hissizleşmesini bu hastalık üzerinden okuyucuya anlatıyor. Bir hastalık üzerinden toplumsal olayları değerlendirmenizi sağlayacak bu roman kütüphanenizin en değerli köşesinde yer almayı hak ediyor.

Savaş ve Barış
Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden biri olan Lev Nikolayeviç Tolstoy, yaşamı boyunca dünya edebiyatına pek çok değerli eser kattı. Kaleminin ustalığını gösterdiği “Savaş ve Barış” bunların arasında en önemlilerinden biri olarak kabul ediliyor. Eserini bir romandan ziyade tarihi günlük olarak tanımlayan Tolstoy romanında, Napolyon Savaşları olarak da bilinen Rusya ve Fransa arasındaki çatışmaya gelişi güzel bir biçimde değil; tarihin tüm bilinmeyen ve ince detaylarıyla yer veriyor.

Her insanın hayatını değiştiren ve onda derin izler bıraktığını düşündüğü bir kitap mutlaka vardır, işte “Savaş ve Barış” da onlardan bir tanesi. Tolstoy, okuyucuyu bir yandan savaş meydanında dolaştırırken diğer yandan mutlulukla buluşturuyor. Her şeyin insanlar için olduğu bir dünya çizen bu roman; karakterlerin başından geçen olaylara, yaşadıkları değişimlere ve sınandıkları durumlara tanıklık etmenizi sağlamakla kalmayıp; hayatın sadece yaşadığınız andan ibaret olmadığını tüm çıplaklığıyla gözlerinizin önüne serecek cesarete sahip. “Bu devirde duyguları olan birinin iyi olması mümkün mü?”sorusu ruh hali üzerinden değerlendirildiğinde günümüzde dahi geçerliliğini korurken, hayata başka bir perspektiften bakmaya kendinizi hazır hissediyorsanız, er meydanına bekleniyorsunuz. 


Bulantı
Varoluşçuluk felsefesi üzerinden ilerleyen Jean Paul Sartre, Bulantı adlı eserinde bir insanın yaşadığı dünyaya ve hatta kendi bedenine duyduğu tiksintiyi ele alıyor. “Bulantı”, yazarın ilk romanı olma özelliğini taşıyor. Her insan doğduğu andan itibaren içinde bulunduğu toplumun değerleri ve öğretileriyle şekillenir. Ancak Sartre bu romanında topluma adeta sırt çeviriyor ve bireyi merkeze koyuyor. Bulantı, sadece bir roman adı olmaktan ziyade yazarın varoluşçuluk felsefesini de ifade ediyor. 

Dünya üzerinde var olan her şeyin aslında bir bulantı sebebi olduğu ve bireyin asıl bilincinin hiçlik karşısında ortaya çıktığına vurgu yapan bu roman; kişinin toplum içerisinde rollere bürünmek zorunda kalmasına, yine toplum tarafından çizilen belli başlı sınırlar içerisinde yaşamasına ve aslında özünden uzaklaşmak zorunda kalmasına vurgu yapıyor. Yazarın toplumu geri plana atıp bireyi öne çıkarmasının altındaki neden de burada yatıyor çünkü bireyin kendi özüne dışarıdan bir şekilde müdahale edilmemesi gerektiğini ve kendisine ancak bu şekilde ulaşabileceğini savunuyor. Eğer siz de hayatınıza bir adım geriden bakmak ve romanın ana kahramanı Roquentin gibi kendi içinizde bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız, “Bulantı”ya kütüphanenizde mutlaka yer vermelisiniz.

Dönüşüm
Kimileri tarafından öykü kimileri tarafından roman olarak değerlendirilen “Dönüşüm”  Franz Kafka’nın bir  böceği adeta bir metafor olarak kullanması üzerinden karşılaştığı durumları ve insanlık hallerini ele alır. Ana kahraman Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendisinin kocaman bir böceğe dönüştüğünü fark eder ve olaylar böyle gelişmeye başlar. Ailesinin patronuna olan borcu nedeniyle işini çok sevmemesine rağmen çalışıp evi geçindirmek zorunda olan Samsa, yaşadığı bu dönüşüm nedeniyle değil dışarı çıkmak, ailesiyle bile ilişki kuramaz hale gelir.

Kafka, ana kahramanı dönüştürürken onu belli bir kalıba sokmak veya bir hayvana benzetmeyi tercih etmez ancak kaderin cilvesi burada devreye girer. Kitabın kapağında ve çevirilerde “böcek” imasına dair en ufak bir şeyin olmasını istemez. Aslında yazar böyle bir istekte bulunarak, karakterin çevresiyle arasındaki uyumsuzluğu bir simgeye bağlamak istemez ancak buna rağmen çevirmenlerin azizliğine uğrar ve Gregor Samsa bir böcek olarak dönüşümünü tamamlar. Toplumun kendisinden daha farklı olana bakış açısını hem Gregor hem de karşılaştığı durumlar üzerinden ele alan Dönüşüm, Gregor Samsa ve çevresi tarafından ayrı ayrı  her iki perspektiften bakıldığında kimin haklı kimin haksız olduğunu sorgulamanızı sağlayacak.