• Anasayfa
  • Size Özel
  • Prof. Dr. Önder Ergönül: Pandemi enerjimizi çözüme yoğunlaştıran büyüteç görevini gördü”
05 Kasım 2020

Prof. Dr. Önder Ergönül: Pandemi enerjimizi çözüme yoğunlaştıran büyüteç görevini gördü”

Pandemi süreci, virüs karşısında insanlığı çaresiz hissettirmiş olsa da, tam da bu çaresizliği nitelikli yapılanmaların yola çıkış sebebi olarak görmek mümkün. Türkiye’nin ilk ve tek ‘Enfeksiyon Hastalıkları Araştırma Merkezi’, araştırma kaynaklarının yetersizliği ve bilgiye birinci elden ulaşamadığımız salgın sürecinde ortaya çıktı. Koç Üniversitesi ve İş Bankası iş birliğiyle faaliyete geçmeye hazırlanan Merkez’le ilgili sorularımızı Merkez Başkanı Profesör Doktor Önder Ergönül yanıtladı.

Koç Üniversitesi ve İş Bankası iş birliğiyle açılan merkez Türkiye’nin ilk ve tek Enfeksiyon Hastalıkları Araştırma Merkezi… Bu emsalsiz dayanışma nasıl gerçekleşti?
Covid-19 vakaları henüz ülkemizde görülmeden önce, üyesi olduğum Avrupa Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Derneği (ESCMID) ile İstanbul’da ortak makale hazırlamıştık. Aynı dönemde, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) görevlisi olarak Azerbaycan’a, gittim. Dünya genelinde vakalar artmaya başladıkça insanlarda merak uyandırdı. İş Bankası yöneticileri yaptıkları ‘bilgilendirici’ toplantılar vesilesiyle, beni davet ettiler. Davetlerine katılarak temel bilgileri paylaşarak -her ne kadar Türkiye ve komşularında henüz vaka görülmemiş olmamasına rağmen- koronavirüsün tehlikeleri hakkında öngörülerimi aktardım. İş Bankası yetkilileri salgınla ilgili aktif olduğumuzu, Koç Üniversitesi Hastanesi’nin Biyogüvenlik Seviye 3 Laboratuvarı’nda çalışmalar yapmaya hazırlandığımızı gözlemlediler. Pandeminin başlamasıyla, Biyogüvenlik 3 Laboratuvarı’mızda koronavirüsle ilgili araştırmalar yapmak istiyorduk ancak evrensel merkezler gibi olabilmek için, eksiklerimizi hızlı tamamlamak gerekiyordu. Bu nedenle İş Bankası ile aramızdaki iletişimin güveniyle, doğrudan İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali’ye ulaştım. Kendisi konunun ciddiyetine vakıf ve duyarlılıkla dönüş yapınca, Koç Üniversitesi Rektörü Umran Savaş İnan’la görüştüm. Böylece Nisan ayından itibaren sürece girmiş olduk. Merkez’in ihtiyaçlarını belirlerken, 1930’larda salgın hastalıklara karşı aldığı koruyucu önlemler ve enfeksiyon hastalıklarına yönelik yaptığı çalışmalarla bildiğimiz Hıfzısıhha Enstitüsü’ne benzer şekilde; Almanya’daki Robert Koch Enstitüsü ve Fransa’daki Pasteur Enstitüsü gibi büyük bir merkez olmayı hedefledik. Türkiye’de bu hedefi karşılayabilecek kadro kaynakları ve üniversitemiz bünyesinde malzeme altyapılarının yeterli olduğunun, ancak desteğe ihtiyaç duyduğumuzun altını çizdik. Kısa sürede hızla yol alabilmemize etken 3 maddeyi; meslektaşlarımın birikmiş uzmanlık düzeyi, Koç Üniversitesi’nin atak davranması ve İş Bankası’nın duyarlı yaklaşımıyla açıklayabiliriz. Merkez’in İstanbul’da varlık gösteren ‘kritik’ coğrafi konumu da oldukça önemli. Kıtalar arasında, Doğu ve Batı’yı birleştiren bir şehirde; komşu ülkelerimizi de kapsayarak adı henüz bilinmeyen virüsler ve yeni enfeksiyonların saptanması konusunda kendimizi sorumlu hissediyoruz. Bu vesileyle Merkez’le ilgili girişimlerimde İş Bankası’na, Koç Üniversitesi’nin bürokrasiden uzak esnek tavrına, rektör, rektör yardımcısı ve yönetim kurulunda yer alan tüm dekanların desteğine teşekkürlerimi sunarım.

Enfeksiyon Hastalıkları Merkezi’nin en önemli işlevi araştırma yapmak…. Her zamankinden çok daha fazla ‘bilime ve öğrenmeye’ ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde, değişen şartlara nasıl bu kadar hızlı şekilde adapte oluyorsunuz? Hangi bakış açısı size yol gösteriyor?
Öncelikle, Batı'nın üretmiş olduğu bilgileri sadece ‘uygulayan’ pozisyonda olmak istemiyoruz. Kendi ülkemizde, kendi insanlarımız için üretim istiyoruz. Bir hastalık varsa, tedavisi için doğrudan ilaç alternatiflerini üretmeyi hedefliyoruz. Avrupa’nın büyük merkezlerinde üretilen ilaçları kullanmak yerine, kendi üretimimizi gerçekleştirebilecek düzeydeyiz. İkincisi, enfeksiyon kontrolünde oluşan çeşitli tartışmaları bir yana bırakıp; enfeksiyonun oluşumu, nasıl bulaştığını ve kontrolünü ilk elden görmek istiyoruz. Ülke olarak sahip olduğumuz yeterli malzeme ve deneyimi kullanarak ‘bilim’ üretmek istiyoruz. En büyük motivasyonumuz, bilimi izleyen ve aktaran konumundan çıkıp ‘bilimi üreten’ olmak.

İki kurumun (üniversite ve banka) dayanışmasıyla kurulan, gelecekte toplumu ve insanlığı etkileyecek Merkez’in yakın ve uzun vadeli hedeflerinden söz eder misiniz?
Yakın vadede, pandemi sürecinde ilaç denemeleri ve enfeksiyon kontrolüne dair kendi çalışmalarımızı hızlandırmak gibi planlarımız var. Koronavirüs ya da farklı virüs çeşitlerinin tedavisi, korunma yöntemleri, aşı ön hazırlıkları üzerinde çalışacağız. Elbette gerçekçi şekilde, aşı çalışmalarının uzun bir maraton süreci olduğunu kabul ederek değerlendirme yapıyoruz. Sadece koronavirüs değil; gelecekte oluşabilecek virüsler ve hemen hemen tüm enfeksiyon hastalıkları için erken, uygun, zamanında yaklaşım yöntemlerini bulmak, uygulamak ve topluma aktarmak istiyoruz. Merkez bünyesinde araştırma faaliyetimize paralel, eğitim faaliyetlerimiz olacak. Ülkemizin kaliteli insan gücüne duyduğu ihtiyacı göz önünde bulundurarak master ve doktora programları açıyoruz. Bu anlamda orta vadede, yetiştirdiğimiz elemanlar ve ürettiklerimizle (yazılar, yayınlar, patentler, buluşlar vs.) uluslararası alanda benzer merkezler arasında saygın bir yer edinmek istiyoruz. Uzun vadede bilime yol göstericilik yapmak, bilimsel olarak bir gelenek oluşturmak için ciddi adımlar atmış olacağız.

Enfeksiyon Hastalıkları Araştırma Merkezi’nde ilaç ve aşı geliştirme dışında ne tür bilimsel çalışmalar yapılması planlanıyor?
Covid-19’un nasıl oluştuğu, bağışıklık sisteminin nasıl yanıt verdiğini izlemek bile başlı başlına çok önemli. Genelde birbirinden uzak mesafelerde olan klinik ve laboratuvarın yakın olması, Merkezimizin diğer avantajı. Ayrıca üniversitenin temel bilimlerine ait çalışmaları kaynaştırabilecek bir fırsat sağlıyor. Tanı koyma açısından iddialıyız. Eldeki olanaklarla geliştirmeye çalıştığımız tanı kitini, Merkez haline gelmemiz sayesinde birçok alana taşıyabiliriz. İş Bankası’nın desteğiyle başlattığımız çalışmalarımızı, ilerleyen zamanlarda TÜBİTAK, Avrupa Birliği gibi kurumlardan destek alarak sürdüreceğiz. Kısaca, Merkez’in bilimsel çalışmalarını tanı, tedavi ve korunma yöntemleri olarak özetleyebiliriz.

Merkez, topluma bilgi aktarılması ve çalışmaların yayılabilmesi konusunda nasıl bir yol izleyecek?
Merkez’in bir fonksiyonu da bilgiyi yaymak. Bilgiyi ürettikten sonra, toplum tarafından anlaşılır bir ifadeyle sunmak istiyoruz. Bunun için internet sitemiz, belgesel filmlerimiz, popüler bilim kitaplarımız olacak. Özellikle belgesel için bütçe oluşturduk. Amacımız bilimi sevdirecek şekilde hem gelecek kuşaklara hem de meslektaşlarımıza ulaşabilmek. Zamanla Merkezimizin enfeksiyon hastalıkları alanında otorite olması kaçınılmaz. Elbette, bunu kadrolar ve perspektif açısından hak edecek, altını dolduracak çalışmalarımızı gerçekleştirmek zorundayız. Bu görevin, ağır bir sorumluluk getirdiğinin farkındayız.

Merkezin faaliyete geçmesiyle, Türkiye uluslararası sağlık platformunda yeni bir kürsüye sahip olacak. Merkezin ülkemizi temsildeki rolünü hem ülkemiz hem de evrensel bilim açısından değerlendirebilir misiniz?
Merkez’in kuruluş nedeni, hastalıklar üzerinde çalışmalarımızın yoğunlaşmasını sağlamak. Tıp fakültesi bünyesinde gücümüzün yetmediği birçok adımı, Merkez sayesinde atabiliriz. Bunu yapabildiği ölçüde merkez güçlü oluyor. Üniversitemizin tıp fakültesine ek olarak hemşirelik, fen, mühendislik, sosyal bilimleri fakültelerinde de birikmiş insan gücü ve araştırma potansiyeli var. Bu potansiyeli mobilize edip, onlarla organize olduğumuzda dünya çapında işler ortaya koymayı umuyoruz. İşte o zaman kendimizi dünyaya, ürünlerimizle tanıtacağız. Merkez’in kişisel olarak üyesi olduğum ESCMID ve temas halinde bulunduğum WHO’nun resmi anlamda tanıdığı bir sağlık merkezi olacağına inanıyorum. Bir referans merkezi olarak, ulusal ve uluslararası düzeyde en iyi şekilde hizmet vermeyi istiyoruz. Bu bağlamda önemli isimlerin yer aldığı uluslararası danışma kurulu ile ortak iş birlikleri yaparak, hızlı bir şekilde Merkez’i önemli bir noktaya taşımayı planlıyoruz.

Geçtiğimiz ay gerçekleştirdiğimiz söyleşide Koç Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Umran İnan, tanı kitleri üzerinde çalıştıklarından, bittiğinde ucuz ve hızlı olduğu için her isteyen kişiye yapılabileceğinden bahsetmişti. Bu COVID-19’un teşhis edilmesinde çok umut verici bir gelişme... Bu çalışmanın ulaşılabilir olması ve yaygınlaşması sürecine ne kadar yakınız?
Bu çalışma önceden başlamıştı ve Merkez sayesinde başka birçok hastalıkta da uygulayabilir duruma getireceğiz. Her hâlükârda, tanı kiti çalışmamız olacaktı ancak, Merkez imkanları vasıtasıyla tanı kitininin kullanım alanlarını genişletebileceğimiz bir noktaya çektik.

COVID-19’a karşı aşı ve ilaç geliştirme projelerinde Türkiye’nin bu zamana kadar gösterdiği performansı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Güçlü demek doğru olmaz. Sadece Pandemi döneminin meselesi değil, daha önce de Türkiye’nin enfeksiyon hastalıkları ya da farklı bir alanda ilaç üretimi yoktu. Bilimin yükselmesinde en önemli unsurlardan biri ‘liyakattır’. Bu işi yapabilecek kadroyu, insan gücünü gerekli altyapı ve teknoloji desteği ile buluşturabilmek, onları yüreklendirebilmek şarttır. Bilim böyle gelişiyor. Biz, bu zeminde olumlu düşünerek, geleceğe bakarak çabalayacağız. Gerekli yetişmiş insan gücümüz var, aldığımız destekler sayesinde eksiklerimizi de gidererek, altyapı imkanlarımızı sağlayarak, tamamen bağımsız ortaya bir şeyler koymaya çalışacağız.

Aşı bulunmuş olsa bile, herkesin faydalanabileceği şekilde nasıl yaygınlaştırılacağı, cevaplanmayı bekleyen bir diğer soru olarak karşımızda duruyor. Çoğu insan “Aşı bulunsa bile bize ulaşır mı?” endişesi yaşıyor. Bu konuda yetkililere nasıl görevler düşüyor?
Aşının nerede bulunduğu çok önemli. Kendi ülkemizde bulunursa, üretimi ve yaygınlaşması da oldukça rahat olur. Fakat, başka bir ülkede bulunması, önceliği kendi insanına vermesi anlamına gelir. Pandemi sürecinde uluslararası dayanışma hemen hemen hiç olmadı diyebiliriz. En büyük mücadele ulusal düzeyde verildi. O nedenle ulusal merkezlere büyük ihtiyaç var. Hatta Merkezimiz daha önce kurulmuş olabilseydi, şu an çok rahat aşıdan bahsediyor olabilirdik.

Röportajın tamamına Bizden Haberler’in Ekim sayısından ulaşabilirsiniz.







 

Fotoğraf galerisi