01 Ekim 2024

“Yapay zekâ sistemlerini geliştirirken bile yapay zekâdan faydalanıyoruz”

Gazeteci Cüneyt Toros moderatörlüğünde gerçekleşen Bizden Haberler Podcast serisi, bu defa Koç Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde akademik kariyerini sürdüren Prof. Dr. Metin Sezgin’i ağırlıyor. Aynı zamanda Koç Üniversitesi İş Bankası Yapay Zekâ Uygulama ve Araştırma Merkezi (KUIS) Komite Üyesi olan Sezgin, yapay zekâ teknolojilerinin özellikle tekrar edici, çok fazla düşünmeyi gerektirmeyen ve otomasyona daha açık işlerdeki etkisinin çok daha fazla olabileceğini belirtiyor.

Bizden Haberler Podcast Serisi’nin son konuğu çok değerli bir bilim insanı, Prof. Dr. Metin Sezgin. 15 yıldır Koç Üniversitesi’nde Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde akademik kariyerini sürdüren Prof. Dr. Metin Sezgin’in yapay zekâ teknolojileri üzerine çalışmaları ise 25 yılı aşkın süredir devam ediyor.

1999 yılında Syracuse Üniversitesi’nden onur derecesiyle mezun olan Prof. Dr. Metin Sezgin, yüksek lisansını 2001 yılında, doktorasını ise 2006 yılında Massachusetts Institute of Technology’den (MIT) aldı. 2006 yılında Cambridge Üniversitesi Bilgisayar Laboratuvarı’na Doktora Sonrası Araştırma Görevlisi olarak katılan Prof. Dr. Sezgin, Koç Üniversitesi’ne 2009 yılında katıldı. Hâlen Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde görevine devam eden Prof. Dr. Sezgin aynı zamanda Koç Üniversitesi İş Bankası Yapay Zekâ Uygulama ve Araştırma Merkezi Komite Üyesi. Sezgin, Türkiye Yapay Zekâ Teknoloji Derneği’nin kurucu başkan yardımcılığını da yürütüyor.

Prof. Dr. Metin Sezgin’in araştırma alanları ise şu şekilde: İnsan-Bilgisayar Etkileşimi, Makine Öğrenimi, Makine Öğrenmesi ve Açıklanabilir Yapay Zekâ, Makine Öğrenmesi, Bilgisayarla Görme, Multimodal İnsan-Bilgisayar Arayüzleri, Duygu Bilgi İşleme ve Duygu Tabanlı Arayüzler, Otonom Sürücü Destek Sistemleri, Tıp ve Sağlık Sistemleri.

Koç Üniversitesi İş Bankası Yapay Zekâ Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde çok önemli çalışmalara imza atıyorsunuz. Öncelikle Merkez’den ve ekibinizden bahseder misiniz? Ayrıca, şu ana kadar sonuçlandırdığınız ve hâlihazırda devam eden çalışmalarınızı anlatır mısınız?
 
15 yıldır Koç Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’ndeyim. Koç Üniversitesi’ne geldiğim tarihten bu yana yapay zekâ üzerine çalışıyorum. Geldiğim yıllarda yapay zekâ üzerine çalışan küçük bir çekirdek kadro vardı. Zaman ilerledikçe bu konu etrafında çalışan kadromuz oluşmaya başladı. 6-7 yıl önce de bir laboratuvar oluşturma fikri oluştu. Böylece, Koç Üniversitesi bu alanda bir ağırlık merkezi olacak ve ekibimiz büyüyecekti. İş Bankası’nın da büyük desteğiyle, Koç Üniversitesi İş Bankası Yapay Zekâ Uygulama ve Araştırma Merkezi kuruldu.

Şu anda merkezimizde çok sayıda öğretim üyemizle birlikte farklı alanlarda çalışmalar yürütüyoruz. Dil modelleri, insan-bilgisayar etkileşimi, yazıyla görseli veya başka iletişim unsurlarını bir araya getiren yapay zekâ sistemleri, robotik sistemler… Ayrıca planladığımız ve öngördüğümüz gibi Koç Üniversitesi İş Bankası Yapay Zekâ Uygulama ve Araştırma Merkezi Türkiye’de bir ağırlık merkezi oldu.

Bana gelirsek, 25 yılı aşkın bir süredir yapay zekâ üzerine çalışıyorum. Özel ilgi alanım insan-bilgisayar etkileşimi, insan-makine etkileşimi ve insan-robot etkileşiminde akıllı sistemler üretmek. Bu ne anlama geliyor? Bundan 60, 70, 80 yıl önce bilgisayarlar icat edildiğinde, insanların bilgisayarla iletişimi belli butonlara basarak ya da PunchCard üzerine yazdığımız programlarla sınırlı idi. Aslında uzun yıllar boyunca da bu etkileşim tarzımız değişmedi. Program yazarak bilgisayarlara arayüzler oluşturduk. O arayüzlerde yine butona basarak, klavye, mouse kullanarak iletişim kurmaya çalıştık.

Benim de içinde bulunduğum akıllı, etkileşimli arayüzler alanında çalışanların hedefi; insanları bilgisayarlar, robotlar ve makinelerle daha insansı metotlarla bir araya getirmek. Bu nasıl oluyor? İnsansı iletişim unsurlarını, örneğin konuşmayı destekleyerek. Çünkü bizim iletişimimiz ağırlıklı olarak konuşma üzerinden ya da duygu tanıyan sistemler yaparak oluyor. Yani duygularla iletişim kuruyoruz veya jestleri tanıyarak iletişim kuruyoruz.
 
Mesela ben uzun yıllar, göz hareketlerini takip ve analiz ederek karşıdaki insanın ne yaptığını, ne düşündüğünü, bir sonraki saniye ne yapacağını tahminleme sistemleri üzerine çalıştım ve çalışmaya da devam ediyorum. Bütün bunları tek başına veya beraber kullanmayı becerebilen sistemlerden bahsediyorum. Sadece görsel olarak karşıdaki insanın yüzüne bakıp ne hissettiğini anlamaktan öte, o kişinin belki bazı fizyolojik sinyallerini de alıp işleyebilen veya ses tonundan bir şeyler anlamaya çalışan sistemler gibi çok geniş kapsamlı düşünebiliriz. TÜBİTAK tarafından desteklenen bir projem vardı. Bu projeden birkaç patent başvurum oldu.

Daha sonra yine eğitime yönelik yapay zekâ temelli sistemler ile yaratıcılığa yönelik yapay zekâ sistemleri üzerine çalışmalarım ve bu çalışmalarımdan da patent başvurularım oldu.

Çok keyifli bir alan olduğunu söyleyebilirim. Yapay zekâ henüz gündemde değilken çok keyif alarak bu alanlarda güzel çıktılar ürettik ki, bizim çıktılarımız aslında, bugünlerde yavaş yavaş görmeye başladığımız ticari sistemlerin alt yapılarını oluşturuyordu. Onlara ilham olan çalışmalar, yaklaşımlar, düşünceler aslında büyük ölçüde akademiden çıkmış oldu. Bizler de bunların öncüsü olduk.

Günümüzde yapay zekânın etkilemediği sektör yok gibi. Örneğin; yapılan araştırmalar, finans sektörünü en çok etkilenecek sektörler arasında gösteriyor. Sektörler bazında konuşacak olursak, yapay zekâ hayatımızın merkezindeki sektörlerden eğitim, tıp, sağlık, finans, ulaştırma gibi alanlarda nasıl bir dönüşüm yaratabilir? Bizi nasıl bir gelecek bekliyor?

Yapay zekâ şu anki kullanım hâliyle daha çok veriye dayalı bir öğrenim gerçekleştirdiği için verinin çok olduğu ve o veriden bazı çıkarımlar yapabildiğimiz, bu çıkarımların da insanların hayatını kolaylaştırabileceği her alanda bize fayda sağlayacak. Çoğu insan yapay zekâ olarak görmüyor ama Google Maps’ı açtığınız zaman istediğiniz yere hangi yoldan kaç dakikaya gideceğinizin size gösterilmesi – belki 10-15 yıldır kullanılan bir teknoloji- o da bir yapay zekâ aslında. Çünkü mevcut veriden tahminleme yapıyor. Yıllardır bu teknolojiyi o kadar kanıksadık ki sanki basit bir algoritmaymış gibi görüyoruz. Bunun gibi veriden tahminleme yapabilen her alanda, özellikle şu an için çözemediğimiz problemlerin olduğu alanlarda yapay zekâ büyük katkı getirecek.

Finans, belirttiğimiz gibi bunların belki başında gelecek. Sağlık ve eğitim yapay zekâ konusunda çok büyük hareketliliğin olduğu alanlar. Ben aynı zamanda Türkiye Yapay Zekâ Teknoloji Derneği’nde kurucu başkan yardımcısıyım. Orada akademik açıdan ayağı yere basan, endüstri tarafında da bağlantıları olan bir faaliyet içindeyiz. En aktif çalışma gruplarımızdan biri finans, diğeri sağlık. Buralarda veriye ulaşmak belki diğer alanlara göre biraz daha zor. Özellikle sağlık alanında çok daha zor. Çünkü çok heterojen bir bilgi dağı var orada. Eğitimde de yapay zekâ büyük katkılar getirecektir. Bunun üzerine TÜBİTAK tarafından fonlanan projelerim de vardı.

Yapay zekâ söz konusu olduğunda en çok tartışılan konulardan biri de elbette istihdam oluyor. Yapay zekânın insan emeğinin yerine geçeceği korkusu çok yaygın. Bu konuda ne söylemek istersiniz?  

Yapılan çalışmalar üzerinden konuşacak olursak; örneğin İngiltere’de 8 milyon işin yapay zekâ tarafından ortadan kalkacağı yönünde araştırmalar var. Bu rakam bana abartılı geliyor ama bazı işlerin azalacağına kesin gözüyle bakılıyor. Yapay zekâ özellikle tekrar edici, çok fazla düşünmeyi gerektirmeyen, otomasyona daha açık işleri ortadan kaldıracak. Birçok iş de yapay zekâ ve insan destekli ilerleyecek.

Üretken yapay zekânın bir de sanayi ve üretim tarafı var. Sanayi ve üretim alanında barındığı riskleri ve fırsatları merak ediyorum. Değişimin en çok yaşanacağı sektörler hangileri ve sizin bakış açınıza göre bunun yerine gelecek olan şey nedir?

Az önce bahsettiğim gibi tekrara dayalı işler çok daha kısa sürede ortadan kalkacak. Mesela eskiden bir resimde görülen nesneleri saymak, belki bir işti. İnsanın yoğun kullanıldığı bazı alanlarda yavaş yavaş yapay zekâ sistemleri yer almaya başlayacak. Hatta bu konuda yapay zekâ alanında çalışanlarının kendileri de güvende değiller. Amerika’da yapay zekâ alanındaki iş ilanlarının sayısında bir düşüş var. Belki bu da bir nevi daha verimli olan sistemlerin bu alandaki çalışan ihtiyacının düşmesinin bir yansıması olarak görülebilir.

Dahası, eskiden bir yapay zekâ sistemi üretmek için bile manuel insan iş gücüne ihtiyaç duyuluyordu. Artık yapay zekâ sistemleri, yeni yapay zekâ sistemleri oluşturmak için kullanılıyor. Dolayısıyla yapay zekâ sistemleri geliştirirken bile yapay zekâdan faydalanıyoruz.
 
Üretken yapay zekâya gelecek olursak; o alanda özellikle yazılı metinler üzerinde büyük dil modelleriyle çok güzel sonuçlar alındı. Yıllardır bu konuda araştırma yapan arkadaşların ilk tepkilerini hatırlıyorum. Büyük dil modellerinin ilk çıktığı zamanlarda hepsi bir yandan şok olurken bir yandan da hayranlıkla birlikte biz şimdi ne yapacağız diye düşündüler.

Yeni çıkan o teknolojinin birçok araştırılacak noktası olduğu için de akademisyenler araştırmalara devam etti. Yıllardır insanların çözemediği akıcı dil üretme konusunda büyük başarılar elde edildi. Kızımın doğum günü davetiyesini hazırlarken benzer süreci yaşadık. Eskiden olsa onun yaşına uygun belli bir teması olan poster, davetiye hazırlamak için harcayacağım zamanı şimdi basit bir yapay zekâ promptuyla kazanmış oldum.

Tabii burada enteresan bir durum da var. Söz konusu bu yaratıcı, üretici yapay zekâlar sıfırdan üretmiyor. Geçmişte yapılmış, tasarlanmış ürünleri takip ederek, bir nevi büyük emeklerle bu işleri üreten insanların emeğini alarak, onları işlerinden ediyorlar. Bu da başka bir gerçek.

Yapay zekâ konusundaki tartışmaların bir diğer boyutu da ahlaki diyebiliriz. Bu noktada da hukuki tarafı konuşmak isterim. Şöyle ki, üretken yapay zekâ konusunda hiç şüphe yok ki yasa yapıcılara da düşen görevler var. Ancak çok hızlı değişen ve gelişen bir alan olduğu için hukuk önden ilerlemekte zorlanıyor. En son Avrupa Birliği (AB) bir yasa çıkardı. Buradan hareketle yapay zekâ ve yasal mevzuatla ilgili dünyada ve Türkiye’de mevcut durumu biraz özetleyebilir misiniz?

Hukukçularla her konuştuğumuzda diyorlar ki; “Özellikle teknoloji alanında, teknoloji önden gider, problemleri yaratır, ondan sonra biz hukukçular otururuz ve buna bir çözüm düşünürüz.” Aslında bu, bana biraz ters gelen bir yaklaşım. Keşke hukukçular önceden teknolojinin üreteceği problemleri öngörseler ve ona göre kanun yapsalar, önerilerle gelseler. Biz de teknolojimizi ona göre geliştirsek diye düşünürüm. Çünkü çoğu zaman teknolojiyi geliştirmeden önce bir hukukçudan görüş almak zorunda kalıyoruz. Onlar da “Siz yapın bakalım nasıl problemler çıkacak, sonra mutlaka devlet bir kanun, çıkarır” diyorlar. O zaman biz de hareket edemiyoruz.
 
Yapay zekâ üzerinde özellikle büyük bir ilgi var. İnsan kaynaklı verilerin işlenmesi, toplanması konusunda zaten uzun yıllardan gelen bir hassasiyet var. Yapay zekâ sistemleriyle beraber bu hassasiyet bir tık daha yukarı çıktı. Bu konuda ilk ciddi hareketi yapan AB oldu. Daha sonra ABD Başkanı Joe Biden da bir kararname ile takipçi oldu ama öncü AB oldu diyebiliriz.

AB yapay zekâyı değişik kategorilere böldü, her kategori altında da listelerine göre neyin yapılabileceğini, neyin yapılamayacağını bir yol haritası olarak paylaştı. Bence bu güzel de bir adım oldu.

Bunların bir kısmı kısıtlı ya da yasaklı yapay zekâ sistemleri ki, bu başlık altında yapay zekâ üretilmesini çok büyük kısıtlara tabi tuttular. Mesela benim de üzerinde çalıştığım duygu tanıma sistemleri, bunların iş yerinde ya da eğitimde kullanılması gibi sistemler veya yüz içeren yani insanın bir nevi biyometrik bilgisini içeren verilerin kullanımına yönelik büyük kısıtlar getirildi.

Yine yapay zekâ kullanarak, bilinçaltından insanlara değişik şeyler empoze etmeyi mümkün kılacak ya da bir gruba zarar verebilecek türlerin, yapay zekâların kısıtlanması yönünde bir karar var. Hatta bazı polisiye yöntemlerle hukuku sağlamak için yapay zekâ kullanımına dahi bayağı bir kısıtlama getirildi.

Bunun dışında, başka yüksek riskli gördükleri kategoriler var. Yine benzer başlıklarda “Tamamen yasaklamayalım ama burada da yüksek risk var, teknolojileri dikkatli geliştirelim” dedikleri bir grup var. Yine bunların altına, biyometrik bilgi işleyen sistemler, eğitime yönelik sistemler ya da işe alma ve işten çıkarma ya da kredi verip vermeme tarzı kararların verildiği sistemler bu başlık altında yer alıyor.  

Buralarda daha sıkı regüle edilen alanlar olacak. Biz de bu alanlarda hangi tür yapay zekâların kullanımına izin verileceğini, hangilerine izin verilmeyeceğini veya bunların ne tür bir kontrolden geçip sonra müşteriyle buluşturulacağını, bu konuda işleyişin nasıl olacağını zamanla göreceğiz. Tabii bir de bunların dışında kalan üretken yapay zekâ türü sistemler ya da yazıya yönelik chatbot sistemleri ile genel amaçlı yapay zekâ sistemleri –belli süreçleri otomatize eden, bir şeyleri sayan, bir şeyleri kategorize eden sistemler- bulunuyor.

Şirketlerin, insanların, yapay zekâ teknolojisi üreticilerinin serbest hareket edebileceği alanlar oldu. Tabii burada aynı zamanda yapay zekâyı üreten şirketlerle, bunların kullanıcıları arasında da bir ayrışma oldu. Burada sorumluluk daha çok skriptlerin belli kriterlere uygun olarak üretilmesi konusunda üretici şirketlerin üzerinde.
Avrupa Birliği’nde bu yönde bir şekillenme var. Amerika ve diğer devletler de büyük ihtimalle bunu takip edecektir. Ama tabii örneğin Çin’de ne olacağını çok bilmiyoruz.

Yapay zekâ artık her yaştan bireyin hayatının bir parçası. Ancak, konuşmamız gereken öncelikli kitle çocuklar galiba. Çocuklar bu teknolojinin hem öğreneni hem de etkisi altında kalanlar grubunda. Gizlilik, güvenlik ve psikolojik etkileşimleri bağlamında konuşursak çocuklara yönelik yapay zekâ iletişimi nasıl olmalı?

Aslında, çocukların teknolojiyle ilişkisinin regüle edilmesi, kontrol altında tutulması gerektiğini düşünüyorum. Benim de 7,5 yaşında bir kızım var. Çok ısrarcı bir çocuk olmadığı için dijital cihazları kullanma ya da regüle etmekte çok sorun yaşamadık. Yapay zekâ ile birlikte içerikler, insanları özellikle de çocukları angaje edecek şekilde etkileşimli olmaya başladı. Eskiden çocuklar yemek yesin diye bir YouTube videosu veya iki tane komik video açılırdı. Şimdi yapay zekâ ile birlikte bunların çeşidi çok fazla arttı.

Yapay zekâ ile birlikte etkileşimli olmaları bir soru işareti oluşturuyor. Çünkü, benim çalışma alanlarımdan biri olan duygusal zekâya sahip robotların üretilmesinde görüyoruz ki, ürettiğimiz bu teknolojiler, insansı duyguları yansıtabildikleri, karşıdaki insanın duygularını okuyabildikleri, bir insan gibi konuşup, insanın konuştuğunu insan gibi anlayıp makul cevaplar verebildikleri için neredeyse bir insan gibi kabul görüp hem etkileyebiliyor hem etkilenebiliyorlar.

Bizim için burada önemli olan bu tür sistemlerin karşı tarafı nasıl etkileyebileceği. Yazılımı üreten ticari kurumlar ya da yazılımcı kendi hedefleri doğrultusunda bu sistemleri geliştirip programlayacaklar. Ve belki biz ileride geliştirdiğimiz yazılımların, dijital asistanların veya etkileşimli dijital ya da gerçek fiziksel robotların insanları manipüle edip etmeyeceğini, onlarla sağlıklı ilişki kurup kuramayacağını, duygu sömürüsü yapıp yapamayacağını konuşacağız.

Bu konu üzerine bizim de çalışmamız var. Örneğin bir robot grubunun, etkileşimde olduğu insan grubunu ya da bir insanı mobbing yaparak değişik davranışlara sevk etme becerisi olabilir mi? Bilimsel bir soru olarak bunu çalışıyoruz. Bu konuda enteresan gözlemlerimiz var. İnsanların yüzde elli kaldığı bazı soruları bir robot eşliğinde onlara sorduğunuz zaman ya da cevaplamalarını bir robotun yargılaması altında, yargılayıcı bakışları altında aldığınız zaman cevaplarla ilgili farklı davranışlar görüyoruz. Dolayısıyla çocuğundan büyüğüne, her yaştan insanın yapay zekâ sistemleriyle nasıl bir birliktelik kuracağı, nasıl yaşayacağı, yapay zekâ sistemleri aracılığıyla nasıl kararlar alacağı ya da finansal ya da ticari kurumların bu yazılımları, robotları üreten kurumlar tarafından nasıl manipüle edileceği açık bir soru.

Zamanında nasıl, sosyal medya ya da medya tüketimi konusunda medya okuryazarlığı gibi kavramlardan bahsediyorduk, şimdi de bu etkileşimli sistemlerle ilişki kurarken işin bu boyutlarını aklımızda tutmamız gerekiyor.