28 Ekim 2024

Cumhuriyet ve Türkiye’nin kalkınma devrimi

Kurtuluş Savaşı destanını 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilanıyla bütün mazlum uluslara örnek olacak şekilde tarihe armağan eden Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları için “savaş” henüz bitmemişti. Genç cumhuriyetin kalkınma hedefli “yeni ekonomik modeli” zaferi taçlandıracak yeni mücadele alanı oldu.  

Türkiye Cumhuriyeti 101 yaşında. 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet sadece monarşi ile ile yönetilen bir ülkenin yönetim biçimini değiştirmekle kalmadı. Balkan savaşlarının ardından I. Dünya Savaşında kaybeden tarafta yer alan, toprakları işgal edilmiş, Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının Anadolu’da başlattığı Kurtuluş Savaşı’yla bağımsızlık zaferini elde etmiş bir ulusun; Atatürk'ün deyimiyle 'ekonomik zaferlerle taçlandırılması'nın da yolunu açtı.
Sanayi devrimine geç kalmış, özkaynaklarını cephelerde harcamış, yorgun Türkiye’nin ekonomik kalkınması kolay olmasa da “ekonomik zafer” genç Cumhuriyetin en önemli sınavlarından biri olarak tarihe geçti.

1923’te Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından başlatılan ve 1950’ye kadar uygulanan bir dizi ekonomik reform ve modernazisyon girişimi ekonomide dönüşüm ve kalkınma hedeflerinin tek tek hayata geçmesiyle sonuçlandı. Tarımın yapısının değiştirilmesi, altyapının geliştirilmesi, yeni sanayi kollarının oluşturulması bu sürecin öncelikli konuları oldu. Çünkü savaş yorgunu ülkenin ekonomisi tarım ağırlıklı, sanayisi yok denecek kadar sınırlıydı.
Prof. Dr. Erinç Yeldan, Bloomberg HT’ye yaptığı değerlendirmede Cumhuriyet’in gerçek anlamı ilgili şunları söylüyor: “Cumhuriyetin bir aydınlanma devrimi, bir rönesans olduğu herkesin kabul etmesi gereken gerçek. Yalnız iktisadi hayatta Osmanlı’nın borçlarının devralındığı, Osmanlı'da eğitimsiz ve vasıfsız küçük bir işçi sınıfı ve bağımlı bir sanayi yapısı devralınarak bunu bir kalkınma projesi haline dönüştüren muazzam bir tasarımdır.

Cumhuriyet her şeyden önce bir katılımcı kalkınma projesidir. Sadece daha çok büyüme, daha çok üretme, daha çok istihdam ya da yatırım yapan iktisadın göstergeleri açısından değil; refahın artması, yaşam kalitesinin yükselmesi ve üretimin paylaşılması anlamında bütün mazlum uluslara örnek teşkil edecek büyümeden farklı, onu aşan bir model olmuştur.”

CUMHURİYETİN EKONOMİ POLİTİKALARI

Genç cumhuriyetin Mustafa Kemal önderliğindeki yeni yönetimi ekonomiyi tarım, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık işlerini bir bütün olarak ele aldı. Ülkenin ekonomisini kalkındırmak amacıyla önemli atılımlar yapıldı ve milli bir ekonomi dönemi başlatıldı. Ekonomide plânlı kalkınmaya önem verilerek 1933 yılında ilk beş yıllık, 1937 yılında da ikinci beş yıllık plan uygulamaya konuldu.

Cumhuriyet’in ilk 20 yılında yaşanan sıçrama, Türkiye adına tarihindeki en yüksek büyüme oranlarını vermekle birlikte, temel olarak ülkede insanların temel ihtiyaçlarını karşılayacak buğday, un, şeker gibi temel tüketim maddelerinin üretimini amaçlıyordu. 1’inci Sanayi Planı Türkiye’de yoktan sanayi var etme çabalarının en bütüncül dönemini oluşturuyor. Özel girişimin yeteri kadar sermaye birikimine ve bilgi düzeyine ulaşamadığı bir ortamda, devlet müdahalesi ile sanayi yaratılmasının güzel bir örneğini teşkil ediyor.

1923-1950 yılları arasındaki, Cumhuriyet’in kuruluşundan kısa süre önce düzenlenen Birinci İzmir İktisat Kongresi’nden başlayarak çok partili siyasal ortamın oluşturulduğu, ya da İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği tarihe kadar geçen dönemde, sanayileşme hareketleri, yeni cumhuriyetin sanayi devrimini özetleyen bir dönem. 1’inci 5 Yıllık Sanayi Planı ve uygulaması, bu dönemin en önemli etkinliklerinden biri. 1946-1950 arası ise bir geçiş dönemi olarak nitelendiriliyor.

Cumhuriyet’in, 1913’teki Osmanlı ekonomisinden daha kötü bir ekonomi devraldığını ifade eden Prof. Dr. Seyfettin Gürsel ise Cumhuriyet’in ilanından itibaren hayata geçirilen politikaları şu şekilde özetliyor:
“Cumhuriyet’in ilanından sonra ekonomik sistemin değişmeyeceği, ithalata vergi getirilemeyeceği bir dönem yaşandı. Bu dönem 1924 yılından 1929 yılına kadar sürdü.

1929 yılından itibaren ithalat vergileri yükseldi, 1930’da sermaye serbestisine son verildi.

İlk beş yılda bir merkez bankası yoktu. Çünkü yabancı sermaye ile kurulmuş, parayı yöneten kurum Osmanlı Bankası idi. Yeni hükümet bunu istememiş, bu görev ve gücü Osmanlı Bankası’nın elinden almıştı.

1930 yılında çok radikal değişimler oldu. 1930’da Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) kuruldu ve tüm döviz işlemleri, serbest sermaye hareketleri kaldırıldı. Merkez Bankası sabit kura geçti. Bütün döviz burada bozduruluyor, gerektiğinde buradan alınıyordu.

1934’ten itibaren KİT’ler kurulmaya başlandı. Sanayileşme başlatıldı. Ancak ihracat yapılamayan, devasa bir dış ticaret açığıyla sistem iflas etti.

Tarım ürünlerinin fiyatları düştü, köylü perişan oldu ama memur maaşları düşürülemediği için kentler görece daha rahat oldu. 1930’ların ortasında tarıma da devlet desteği geldi Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu.

Sistem bu haliyle başarılı mıydı? Şunu söylemek gerekiyor ki başka alternatif yoktu. Çünkü hakikaten Osmanlı’dan alınan yüzde 80 ölçeğinde tarıma dayalı o da basit tarıma dayalı bir ekonomi vardı. Ciddi bir beşeri sermaye kaybı söz konusuydu.

Yarım yüzyıl boyunca da bu sistem devam etti. 1980’e kadar kapalı bir sistemdi, yüksek koruma duvarları ile yerli sermaye geliştirilmeye çalışıldı.”

KİŞİ BAŞINA DÜŞEN GSMH KATLANDI  

İktisatçı, yazar, eski Hazine Müsteşarı Mahfi Eğilmez de “1923’den bu yana kişi başına gelir” konusunu ele aldığı yazısında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki tabloya dair şu bilgileri aktarıyor:

“Osmanlı ekonomisi benzeri bütün ekonomiler gibi üç sacayağı üzerine kuruluydu: (1) Tarım, (2) Sanayi (daha çok zanaat) ve (3) Hizmetler kesimi (ticaret, mali hizmetler vb.) Bu üçlü sacayağının yarattığı milli gelir konusunda elimizde bazı tahminler var. Bu tahminlerden birisi de Angus Maddison’a aitti. Maddison’un tahminine göre Osmanlı’nın GSYH’sı 1870’de 9,7 milyar dolar, 1913’de 16,2 milyar dolar dolayındadır. Yine Maddison’un tahminlerine göre Osmanlı İmparatorluğu’nda nüfus 1870’de 11,8 milyon, 1913’de 15 milyon dolayındadır. Bu iki veriye dayanarak dönemler için Osmanlı’da kişi başına geliri 1870’de 825 dolar, 1913’de 1.213 dolar olarak hesaplayabiliriz.  
Yine Maddison’un hesaplamasına göre Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yılı olan 1923 sonunda GSYH 9,7 milyar dolar, nüfus 13,9 milyon ve kişi başına gelir 712 dolara gerilemiş bulunuyor. Toprak kayıplarının ve buna bağlı nüfus kayıplarının olduğu bir dönemden sonra bu düşüş olağandır.”

Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanmaya başlayan liberal politikalar 1929 Ekonomik Bunalımı’yla yerini devletçi politikalara bıraktı. Sonuç olarak ise Türkiye ekonomisi 2. Dünya Savaşı öncesinde kişi başına düşen geliri iki katına çıkarabildi.

Ardından bir dünya savaşı ve Soğuk Savaş’ın kısıtlayıcı iklimi eşliğinde Türkiye ekonomisi 1950’lerde ekonomik açılımlar, 1960’larda ise planlı ekonomi girişimleriyle gelişme kaydetti. 1975’te kişi başına düşen gelir bin dolar sınırını geçti. 1980’li yıllarda ihracat odaklı ekonomi modeline geçişle kademeli olarak serbest kur politikası uygulandı ve ekonomi dışa açıldı. Kişi başına düşen gelir 15 yıl sonra 1990’da 2 bin dolar sınırını da geçti. Fakat ekonomik krizlerin ve istikrarsız siyasi ortamın damgasını vurduğu 1990’larda bu alanda arzu edilen büyüme kaydedilemedi. 2001 ekonomik krizinden sonra yapılan yapısal ekonomik reformların da etkisiyle, kişi başına GSMH 2008 yılında ilk defa 10 bin dolar  sınırını aştı.

SANAYİ VE HİZMET SEKTÖRÜNÜN PAYI ARTTI

Tarım devrimini gerçekleştiremeyen Osmanlı, sanayi devrimini de hayata geçirememişti. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e kalan sadece 4 önemli fabrika vardı: Hereke İpek Dokuma, Feshane Yün İplik, Bakırköy Bez ve Beykoz Deri fabrikası…

Ekonomisi dışa bağımlı, sanayi devrimini ıskalamış ve üretemeyen bir Osmanlı’dan sadece 4 fabrika alan Türkiye Cumhuriyeti, milli bir anlayışla yürüttüğü ekonomik kalkınma çalışmaları sonucunda 46 fabrika kurarak ve ithalatı büyük oranda azaltarak Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının temellerini attı.

Cumhuriyetin ilk yüz yılında Türkiye ekonomisi tarım yoğun bir yapıdan sanayi ve hizmet sektörlerinin başat rol oynadığı bir yapıya geçiş yaptı. 1960’ların sonuna kadar tarımda modernizasyon hem ekonomiyi hem de tarımın ekonomi içindeki payını yükseltmişti. 1970’lerden itibaren Türkiye ekonomisinde tarımın payı istikrarlı bir düşüş sergiledi. 1968 yılında tarım sektörünün payı yüzde 39,8 iken 2023’te yüzde 6,2’ye kadar gerilemiş durumda.
Sanayinin payı ise 1923’ten 1970’lere kadar dalgalı bir seyir izlese de yüzde 20’nin altında kaldı. 1980’li yıllarda yüzde 20’nin üzerine çıkan pay 1990’ların ekonomik ikliminde durağan seyretti.

2001 krizinden sonra ise sanayinin payı istikrarlı bir yükselişle yüzde 30’u geçmiş durumdaydı. Ancak 2023 yılında 1998'den beri artan pay yüzde 28,4'e geriledi. Cumhuriyetin ilk yıllarında yüzde 47 seviyelerinde olan hizmetler sektörü payı ise yüz yılda yüzde 65,4'e ulaştı.

DIŞ TİCARET HACMİ MİLYAR DOLARLARA ÇIKTI

Cumhuriyetin ilk yılları ekonomide liberal politikaların uygulandığı bir dönem olarak kayda geçti. Ticarette serbest politikalar 1929’a kadar sürdü ve bu dönemde dış ticaret sürekli açık verdi. İhracatın ithalatı karşılama oranı da ortalama yüzde 73 seviyelerinde oldu. 1929 krizinin dünya ekonomisine etkisi Türkiye’yi de devletçi ve ticarette kısıtlayıcı politikalara yöneltti. Bu politikalarla II. Dünya Savaşı sonuna kadar ihracat fazlası verdi. Dış ticaret hacmi de 2.5 kattan fazla arttı.

1946 Türkiye’nin dış ticaret dengesinin artı verdiği son yıl oldu. İhracatın ithalatı karşılama oranı belli dönemlerde dalgalandı ama birkaç yıl haricinde  yüzde 80 seviyesini aşmadı. 1950’den sonra hiçbir yılda ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 90 seviyesine ulaşamadı, 1978 yılında bu oran yüzde 50’nin altına kadar düştü.
Dış ticaret hacmi 2018 yılına kadar istikrarlı olarak yükseldi. 1962’de ilk defa 1 milyar dolar seviyesinin üstüne çıktı. 1980’li yıllarda Türkiye ekonomisinin kademeli olarak dünyaya açılması ve neo-liberal politikaların etkisiyle dış ticaret hacmi katlanarak yükseldi. 1990’lı yıllarda dış ticaret dengesindeki ihracat-ithalat farkı da katlanarak arttı.

Atatürk Döneminde Kurulan Fabrikalar

1. Ankara Fişek Fabrikası (1924)
2. Gölcük Tersanesi (1924)
3. Şakir Zümre Fabrikası (1925)
4. Eskişehir Hava Tamirhanesi (1925)
5. Alpullu Şeker Fabrikası (1926)
6. Uşak Şeker Fabrikası (1926)
7. Kayseri Uçak Fabrikası (1926)
8. Kırıkkale Mühimmat Fabrikası (1927)
9. Bünyan Dokuma Fabrikası (1927)
10. Eskişehir Kiremit Fabrikası (1927)
11. Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası (1928)
12. Ankara Çimento Fabrikası (1928)
13. Ankara Havagazı Fabrikası (1929)
14. İstanbul Otomobil (Ford) Montaj Fabrikası (1929’da anlaşma onaylandı)
15. Kayaş Kapsül Fabrikası (1930)
16. Nuri Killigil Tabanca, Havan ve Mühimmat Üretim Tesisleri (1930)
17. Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası (1931)
18. Eskişehir Şeker Fabrikası (1934)
19. Turhal Şeker Fabrikaları (1934)
20. Konya Ereğlisi Bez Fabrikası (1934)
21. Bakırköy Bez fabrikası (1934)
22. Bursa Süt Fabrikası (1934)
23. İzmit Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası (1934 temel atma)
24. Zonguldak Antrasit Fabrikası (1934 temel atma)
25. Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası (1934)
26. Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1934)
27. İsparta Gülyağı Fabrikası (1934)
28. Ankara. Konya, Eskişehir ve Sivas Buğday Siloları (1934 meclis onayı)
29. Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası (1935)
30. Kayseri Bez Fabrikası (1934 temel atma)
31. Nazilli Basma Fabrikası (1935 temel atma)
32. Bursa Merinos Fabrikası (1935 temel atma)
33. Gemlik Suni İpek Fabrikası (1935 temel atma)
34. Keçiborlu-Kükürt Fabrikası (1935)
35. Ankara Çubuk Barajı (1936)
36. Zonguldak Taş kömürü fabrikası (1936)
37. Barut. Tüfek ve Top Fabrikaları (1936)
38. Nuri Demirağ Uçak Fabrikası (1936)
39. Malatya Sigara Fabrikası (1936)
40. Bitlis Sigara Fabrikası (1936)
41. Malatya Bez Fabrikası ( 1937 temel atma)
42. İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası (1934 temel atma)
43. Karabük Demir Çelik Fabrikası (1937 temel atma)
44. Divriği Demir Ocakları (1938)
45. İzmir’de klor fabrikası (1938 temel atma)
46. Sivas Çimento Fabrikası (1938 temel atma)