09 Haziran 2023

Arçelik yeşil mutabakat ve sürdürülebilirlik hedefleriyle ilerliyor

Arçelik kaynakların verimli kullanılmasına ve döngüsel ekonomi çözümlerine odaklanarak sürdürülebilirliği destekleyen ürünler ve teknolojilerle fark yaratıyor. Sürdürülebilirliği iş modelinin ayrılmaz bir parçası olarak gören Arçelik Kalite, Sürdürülebilirlik ve Resmi İlişkiler Kıdemli Direktörü Fatih Özkadı ile yeşil dönüşüm, iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik üzerine kapsamlı bir sohbet gerçekleştirdik.
 
Röportaj: Filiz Tülek / Bizden Haberler
 
Arçelik Kalite, Sürdürülebilirlik ve Resmi İlişkiler Kıdemli Direktörü Fatih Özkadı, sürdürülebilirliği erken dönemden beri bir iş felsefesi ve iş modeli hâline getirdiklerini, bunun da Arçelik’in sürdürülebilirlikte lider konumda olmasını sağladığını söylüyor. “Türkiye bazında değil, faaliyetlerimizin yer aldığı tüm ülkelerde çeşitli aksiyonlar almamız gerektiğinin farkındayız. Küresel etki yaratmak için sorumluluk alıyoruz” diyen Özkadı’ya, Avrupa Birliği (AB) Yeşil Mutabakatı’ndan yeşil dönüşüm kapsamındaki yeni istihdam dinamiklerine kadar sürdürülebilirlik konusunda merak ettiklerimizi sorduk.
 
AB Yeşil Mutabakatı’nın çizdiği çerçeve ile küresel ve yerel seviyede yeşil dönüşüm adı altında atılan adımların birbiriyle nasıl bir ortak bir paydada buluştuğunu düşünüyorsunuz? Sürdürülebilirlik amaçlarına odaklanmış politikalar, ülkemizin rekabet gücünü korumanın yanında yatırım ortamının öngörülebilirliğine ne yönde katkı sağlar?

AB’nin en önemli ticaret partnerimiz olduğu dikkate alındığında, Yeşil Mutabakat yayımlandığı 2019 Aralık’tan bu yana gerek kamunun gerekse özel sektörün gündeminde olan bir konu. Ülkemizde Ticaret Bakanlığı tarafından yayımlanan Yeşil Mutabakat Eylem Planı ve kurulmuş olan İhtisas Çalışma Gruplarını da önemli adımlar olarak görüyorum. AB’deki gelişmeler doğrultusunda ülkemizde politika yapımı sürecinde; farkındalık artırma çalışmaları, ulusal ve uluslararası kurumlarla yakın diyalog, AB Komisyonu nezdinde sektörü ilgilendiren kritik konularda görüş oluşturma gibi başlıklarda da ilgili kamu kurumlarımız, STK’lar ve çatı örgütler üzerinden kapsamlı faaliyetler yürütülüyor. Topluluk olarak STK’larda üstlendiğimiz çeşitli görevler kapsamında ulusal ve uluslarası politikaların şekillendirilmesine önemli katkılar sağlıyor ve liderlik ediyoruz.

Fatihozkadi1.jpg

Mevcut konjonktürde ülkemizin potansiyelini gerçekleştirmesi, küresel değer zincirine daha fazla entegre olması, rekabetçi bir yatırım ortamı ve finansmana erişim için AB mevzuat ekosistemindeki dinamik gelişmelere eş zamanlı adımların atılması son derece önemli. Teknik düzenlemelerden finansmana ve teşvik sistemlerine kadar mevzuat ekosisteminin ciddi bir değişim sürecinin içerisinde olduğu dikkate alındığında, tedarik zincirlerinde kayda değer bir oranda yer alan KOBİ niteliğindeki paydaşlarımızın dönüşümü için daha somut eylemler gerekiyor.  KOBİ’lerin ekonomimizdeki yerinin kritikliğini göz önüne aldığımızda dönüşümü değer zincirinin tamamına sirayet ettiremediğimiz zaman ne kadar azimli planlar, taahhütler yaparsak yapalım, bunları gerçekleştirmemiz imkânsız olacaktır.

Artık çevresel, sosyal ve yönetişime (ESG) yönelik sürdürülebilirlik kriterlerinin ticarette yeni bir standart olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, AB tarafından yasalaşmak üzere olan Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü Direktifi tedarik zinciri boyunca belirli raporlamaları gerektiriyor. Sırf bu direktifle AB ile ticaret yapan binlerce şirketin etkileneceği ve raporlama yükümlülüğü ile karşılaşacağı biliniyor.

Tüm bu dinamik yapıyı dikkate aldığımızda politika/mevzuat taslaklarının sosyal, ekonomik ve ticari hayata, çevreye ve ilgili kesimlere etkilerini şeffaf olarak ortaya koyan; sektör temsilcilerinin ihtiyaç ve gelişim beklentilerini daha net bir şekilde sunan etki analizi çalışmaları ile de mutlaka desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.
 
Sizce yeşil dönüşüm ile ticaret arasında bir denge kurabilmek için hangi noktalar göz önünde bulundurulmalı?

AB tarafından ilan edilen bir dizi düzenlemenin üretim metodolojilerine, ürün özelliklerine, yatırım kararlarına,
tüketici davranışlarına etkisi olduğu ve bu etkinin tüm değer zincirlerine yansıyacağı aşikâr. Ülkemizin Gümrük Birliği üyesi ve AB’ye aday ülke statüsünde olmasıyla birlikte yıllara dayanan ticari entegrasyonu bulunuyor. Ancak yaşanan gelişmeler ve uluslararası konjonktürle birlikte ticaretin doğal akışı yeniden şekilleniyor. Dolayısıyla ülkemizin rekabet etmek zorunda olduğu yeni ülkeler ortaya çıkıyor ya da mevcut rakipler avantaj elde edebiliyor. Bu noktada, sanayimizi bir bütün olarak KOBİ’lerimizle birlikte güçlendirmemiz ve tedarik zincirlerine entegrasyonunu sağlamlaştırmamız gerekiyor. Yapılan düzenlemelerle stratejik ortaklıklara dahil olmamız sağlanan fonlardan yararlanmamız ve rekabetçiliğimiz bakımından son derece önemli. 
 
İklim değişikliği kapsamında yaşanan değişimlerin, Türkiye’nin rekabet gücünün artırılması noktasında bir fırsat yarattığını da söylemek mümkün mü?

Yeşil Mutabakat’ın AB için sadece bir çevre konusu değil, aynı zamanda yeni büyüme politikası olduğu vurgusunun altı her fırsatta çiziliyor. AB’nin tetiklediği bu sürecin gitgide daha çok global yansımaları oluyor. Ülkeler küresel yeşil teknoloji yarışında zemin kaybetmemek ve diğer ülkelerin büyük devlet yardımlarına karşı rekabetçiliğin tesis edilmesi için önemli adımlar atıyor.

Ülkemizin gerek yenilenebilir enerji yatırımlarında elde edilen yetkinlikleri gerekse sanayi sektörlerinde üretim kabiliyeti, kuvvetli tedarikçi ekosistemi, yetkin iş gücü ile ısı pompası, solar PV gibi birçok kritik teknolojide tedarik zincirlerinde ön plana çıkma potansiyeli taşıdığını düşünüyorum. AB’nin öngördüğü stratejik ortaklıklar ve yaratılacak fonlara ülkemizin dahil olabilmesi adına; AB Gümrük Birliği üyesi ve aday ülke statüsü gereği ülkemizin ticaret bakımından üçüncü ülke olarak nitelenmemesini önemli görüyoruz. Bu noktada, diplomatik müzakereler önümüzdeki dönemde daha da kritik olacak.
 
Yeşil dönüşüm kapsamında iş gücü yetkinliklerinin yeni istihdam dinamiklerine göre yapılandırılması ve sektörel eğitim stratejilerinin ikiz dönüşüme uyumlu olması için neler yapılmalı?

Yeşil dönüşüm sürecinde mesleki yetkinlikler ve ihtiyaçlar açısından da gelecekteki eğilimleri ve olası darboğazları tespit etmek son derece önemli olacak. Bu süreç teknoloji geliştirme, tasarım, üretim, hizmetler gibi zincirin her adımında derin değişiklikler getireceği için önümüzdeki dönemin ancak yeni beceriler ile gerçekleştirilebileceği aşikâr.

“European Centre for the Development of Vocational Training (Cedefop)” tarafından gerçekleştirilen bir araştırmaya göre Avrupa Yeşil Mutabakatı hedeflerine ulaşmak için yapılacak ek yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji verimliliği gibi yatırımlar ile bağlantılı olarak 2030’a kadar AB’de yaklaşık 2,5 milyon ek istihdam bekleniyor. “UN Environment Programme’s Global Guidance for Education on Green Jobs Report” analizine göre ise yeşil ekonomiye geçiş, 2030 yılına kadar globalde piyasaya tahmini 60 milyon yeni iş ekleyecek.
Başta AB olmak üzere globalde örnekleri görülen birçok uygulamada sera gazı emisyonlarının önemli bir payını oluşturan, karbon yoğun endüstrilerde adil geçiş fonları sağlanıyor. Örneğin, AB, Emisyon Ticaret Sistemi’nin (ETS) genişletilmesi ile uygulamaların olumsuz etkilierini engellemek adına sosyal iklim fonu kurulmasını kararlaştırmış durumda. Özellikle bu husus ülkemiz için önemli bir referans teşkil ediyor. Ülkemiz de 2024 itibarıyla kendi ETS’sini kurarak pilot uygulamaya geçmeyi hedefliyor. Bu noktada yeşil dönüşüme yönelik bütüncül bir bakış açısıyla teşvik sisteminin en kısa sürede oluşturulması ve faaliyete geçmesinin önemini her fırsatta vurguluyoruz.

Önümüzdeki süreçte yeşil işlerde beceri uyumunun artırılması, eğitim ve programların güncellenmesi de kritik olacak. Bu noktada, AB tarafından ilan edilmiş olan Net-Sıfır Sanayi Planı’nın dört ana unsurundan birinin de stratejik sektörlerde becerileri geliştirmeyi hedefleyecek Net-Sıfır Sanayi Akademileri olduğunu belirtmemiz uygun olacaktır. Ülkemizde de özel sektörlerin beklentileri doğrultusunda benzer iş birlikleri geliştirilebilir.
 
Koç Holding’in 2050 karbon nötr hedefi doğrultusunda başlattığı Karbon Dönüşüm Programı doğrultusunda, Arçelik nasıl bir stratejik plan dahilinde hareket ediyor?

Arçelik olarak, “Dünyaya Saygılı, Dünyada Saygın” vizyonu ile 2010 yılından beri, gezegen ve iklim dostu çözümler geliştirmeye odaklanıyor, ESG metriklerini tüm operasyonlarımızın merkezine koyuyoruz. Sürdürülebilirliği erken dönemden beri iş felsefemiz ve iş modelimiz hâline getirmemiz, Arçelik’in sürdürülebilirlikte lider konumda olmasını sağladı. Sürdürülebilirlik çerçevesinde kurguladığımız stratejik yapımızda; BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, Bilime Dayalı Hedefler İnisiyatifi, UN Global Compact, Avrupa Birliği kararları, TCFD Risk ve Fırsat Önerileri gibi tüm dünyaya yön veren inisiyatif ve kuruluşları kendimize rehber olarak kabul edip sürdürülebilirlik stratejilerimizi geliştirmeye devam ediyoruz.

Global ayak izimizin genişliği dikkate alındığında; faaliyetlerimizin yer aldığı tüm coğrafyalarda sürdürülebilirlik hedeflerimiz doğrultusunda global etki yaratmak için sorumluluk alıyoruz. Karbon Dönüşüm Programı doğrultusunda Yeşil Mutabakat ve sürdürülebilirlik hedefleri ile uyumlu bir şekilde dönüşüme öncülük ediyoruz. Tedarik zincirlerindeki etkimiz ile birçok kıtada yerel kalkınmaya katkıda bulunuyoruz. Kendi aksiyonlarımız sebebiyle oluşan çevresel ve sosyal etkiler kadar iş birliği içerisinde olduğumuz tedarikçilerin de çevresel ve sosyal performansını kontrol etmemiz gerektiğine inanıyor, bu doğrultuda hedefler belirliyoruz. Tedarik zincirimizdeki sürdürülebilirlik risklerini analiz ediyor ve risklerine göre ihtiyaçları değerlendiriyoruz.
Faaliyetlerimizden kaynaklanan sera gazı emisyonlarını hesaplıyor ve birçok azaltım çalışması gerçekleştiriyoruz. 2018 yılında Ulmi işletmemize kurduğumuz CSP ve Çatı GES projeleri ile başladığımız yenilenebilir enerji yatırımlarımızda, devam eden inşaatlar ile birlikte 2023 ilk yarısı itibarıyla toplam kurulu gücümüz 18,2 MW’a ulaşacak. Yol haritamız doğrultusunda statik olarak uygun çatılarımıza kuracağımız çatı GES’lerin kapasitesini üç yıl içinde 50 MW’a çıkarmak için çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ayrıca Koç Holding tarafından tetiklenen SELFIE projesi kapsamında şu ana kadar Aksaray, Kayseri ve Nevşehir’i içeren üç sahada toplam 55 MWp’lık proje için ilgili dağıtım şirketlerine başvuru yaptık. İzin süreçleri devam eden arazi GES projelerimizi de hızla devreye alarak kurulu gücümüzü 100 MW’ın üzerine çıkarmayı hedefliyoruz.

Romanya işletmelerimizde 2015 yılından itibaren yüzde 100, Türkiye işletmelerimizde ise 2019 yılından itibaren yüzde 100 yeşil elektrik satın alıyoruz ve böylece “Kapsam 2” sera gazı emisyonlarının önüne geçiyoruz. Arçelik-Hitachi ortaklığındaki Tayland fabrikamız ise uzun vadeli yenilenebilir enerji tedarik anlaşması (Power Purchase Agreement) ile yeşil elektrik tedarik ediyor. Bu kapsamda, 2030 yılına kadar global üretim tesislerimizin elektrik tedarikinin yüzde yüzünü yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamayı hedefliyoruz.
 
TÜSİAD’ın COP27 kapsamında gerçekleştirdiği ve sizin de moderatör olarak yer aldığınız “Özel Sektör Perspektifinden Yeşil Dönüşüm Yolculuğu” etkinliğinin çıktıları rehberliğinde, ulusal ve uluslararası seviyede yapılan çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

AB’nin hızlandırdığı dönüşüm sürecinin globalde ticaret politikalarına da yansıması oluyor. STA’lar çevre ve iklim odağında dizayn ediliyor, kritik hammaddelere yönelik kriterler geliyor. Önümüzdeki dönemde ülkemizin değer zincirlerinde konumunu etkileyebilecek bir diğer çok önemli eğilimi ise uluslararası ticaretin son dönemde özellikle ABD ve AB tarafından ulusal güvenlik unsuru olarak değerlendirilmeye başlanması olarak görüyorum. Globalde öncü ekonomilerin bir yandan teknolojik altyapıya yatırım yaparken, diğer yandan çeşitlendirilmiş ve güçlendirilmiş küresel tedarik zincirlerinin oluşturulmasını hedeflediğini görüyoruz.

AB’nin yakın zamanda yasalaşma süreci tamamlanan Sınırda Karbon Düzenlemesi’nin geçtiğimiz iki sene içerisinde uluslararası arenada en çok tartışılan alt başlıklarından biri de hiç şüphesiz DTÖ uyumluluğu idi. Buna ilave olarak; G7 ülkelerinin öncülüğünde, iklim değişikliğiyle mücadelede iş birliğini artırmak için benzer düşünen devletlerden oluşan bir karbon kulübü oluşturmaya yönelik bir girişimin de gündeme geldiğini biliyoruz.
Tüm bu inisiyatifler yeşil dönüşüme yönelik amaçlar olarak sunulmakla birlikte, iklim değişikliği ile mücadele hedefi için global olarak ortak hareket edilmesi gerekiyor ve bunun için küresel iş birliğine her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. “Dekarbonizasyon kulüpleri” emisyon azaltımını teşvik etse de emisyonların hesabı, takibi, izlenmesi konusunda standartlarda yaratılacak ayrışma ve bölgesel farklılıklar karmaşıklık yaratarak daha yüksek maliyetler ve tedarik zincirlerinde bozulma riski barındırıyor. Uyumlu eylemler ve harmonize standartlar olmazsa bu sistemler küresel ticaretin önünde engel olmaktan öteye gidemeyebilir. Küresel rekabeti zayıflatmadan, adil bir şekilde karbondan arındırmanın bir yolunu bulmalıyız. Bu açıdan da DTÖ uyumluluğu hayati önem taşıyor. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeleri küresel iklim değişikliğine karşı küresel mücadeleye dahil etmemiz, finansmana erişim ve bilgi paylaşımının sağlanması bu ülkelerin dönüşümü için kritik öneme sahip olacak.
 
TÜSİAD’ın hayata geçirdiği ve Koç Holding’in sponsorlarından biri olduğu yutak alan projesinden kısaca bahsedebilir misiniz?

Ülkemizde başlıca karbon tutumunu sağlayan ekosistem orman ekosistemleridir. Ülkemizin 2053 Net Sıfır Emisyon Hedefi’ne ulaşmak için arazi kullanımı, arazi kullanım değişikliği ve ormancılık (AKAKDO) sektöründe koruma, restorasyon, yeni yutak alanlar oluşturma ve arazi yönetimi açılarından gerçekleştirilecek eylemler ve alınacak önlemler yoluyla karbon emisyonlarının denkleştirilmesi kritik önem taşıyor. Bu kapsamda orman arazilerinin korunması, yutak potansiyeli yüksek türlerle ağaçlandırma yapılması stratejik bir hedef olarak ele alınmalı. Bu noktada özel sektörün ise ülkemizdeki ağaçlandırma projelerine yatırım yaparak uluslararası geçerli karbon kredisi kazanması ve karbon piyasalarına entegre olmasını sağlayacak mevzuat düzenlemesi konusu büyük önem taşıyor.