22 Nisan 2021

23 Nisan ve “Geleceğin Kahramanları”...

Çocuklarımız, dünyamızın geleceği... Atatürk, bunu iyi bilen, çocuklara bu eksende yaklaşan bir liderdi. O, sohbet ettiği bir çocuğa “belki de geleceğin en büyük kahramanı” diye bakıyor, dünyanın ilk askeri kadın pilotu olan Sabiha Gökçen'e yaptığı gibi, çocuklara en ileri ufukları gösteriyordu. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlarken onun çocuklara dönük özenli, sevgi dolu ve yüreklendirici yaklaşımlarını anekdotlarla hatırlıyoruz.
 
Mustafa Kemal Atatürk, savaş alanında dünyayı kendine hayran bırakan, karizmatik bir lider olsa da çocuklarla çocuk olmaktan çekinmeyen, onlarla ilişkisinde şefkat ve özenini dışa vurmaktan geri durmayan bir insandı. Savaş yıllarında kimsesiz kalmış birçok çocuğu evlat edindi ve daha birçoğuna da kol kanat gerdi. Onları geleceğin liderleri olarak gördü, el üstünde tuttu. Bu nedenle ulusal egemenliğin simgesi olan 23 Nisan’ı çocuklara armağan etti.
 
Millî egemenliğin ilk yıl dönümü

23 Nisan’ın resmî olarak Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ilan edilmesi 80’li yılların başlarında gerçekleşse de bu önemli günün çocuklara ithaf edilmesinin tarihi, aslında çok daha gerilere uzanır. Cumhuriyet’in ilk hukukçu ve akademisyenlerinden Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun anılarında, bu konudaki anekdota şöyle yer verilir: 1921 yılında 23 Nisan gününe yaklaşılırken bütün Ankara, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş ve açılışının birinci yıl dönümünü en güzel şekilde kutlamak için yoğun bir hazırlık içine girer. Hazırlıkları yürütenlerin başında o dönemde yeni kurulan Öğretmen Okulları Mezunları Derneği de vardır. Öğretmenler, kutlamaların coşku içinde geçmesi için kız erkek ayrımı yapmadan tüm öğrencilerin bir tören alanında buluşması gerektiğini düşünür. Bunun için, o günkü Ziraat Okulu’nun yanındaki meydanı çam dallarıyla süsleyerek tüm erkek ve kız okullarına çağrı gönderip kutlamaya katılmalarını isterler.

Zamanın Ankara Valisi ve eğitim müdürü, öğretmenlerin bu kutlama çağrısı karşısında kızlı erkekli bir kutlamanın yapılamayacağını, bu tür bir kutlamaya kimsenin katılmaması gerektiğini, katılacak öğretmenlerin de işten çıkarılacağını söyler. Karşılaştıkları bu tavır karşısında çok üzülen öğretmen okulu mezunları, kendi aralarında toplanıp ne yapabileceklerini düşünür. Sonunda, bu durumu Mustafa Kemal’e duyurmaya karar verirler.

Kutlamalara çok az bir zaman kaldığı için Mustafa Kemal’e hep yakın olmuş bir kişiden, Yunus Nadi’den yardım isterler. Aracılık yapmayı kabul eden Yunus Nadi, hemen Atatürk’e yaşananları olduğu gibi anlatır. Onu dinleyen Atatürk, kısa bir suskunluktan sonra “Öğretmenler haklı” der ve ekler: “Söyleyin, kutlamalara ben de katılacağım.”

Vali ve eğitim müdürü, Mustafa Kemal’in tavrını öğrenince, bütün okullara kutlamalara katılımın serbest olduğunu duyurur. Çocuklar ve gençler, 1921 yılının 23 Nisan günü, Ziraat Okulu’nun önündeki meydanı doldurur. Sevinç çığlıkları göklere yükselmektedir. Konuşmalar yapılır, şiirler okunur... Kutlamalar coşkuyla devam ederken Mustafa Kemal tören alanına gelir. Herkesi selamladıktan sonra okunan şiirleri dinler. Sonra kürsüye çıkıp kısa bir konuşma yapar ve konuşmasını “Bu bayramın adı Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramı olsun” diyerek bitirir.

Meclis, o sene 23 Nisan’ı millî bayram ilan eder. Bu tarih daha sonraki yıllarda “ulusal egemenlik bayramı”nın yanı sıra “çocuk günü” ve “çocuk bayramı” olarak da kutlanacak, 1981 yılında da resmî ismi “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak değişecektir.
 
Çocuk haklarında Atatürk imzası
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken, yeni nesillerin ülkenin geleceğini şekillendireceğinin farkındaydı. Çocuklara özel ilgi göstermesinin ve onların haklarını gözetmesinin en önemli sebeplerinden biri de budur. Dolayısıyla çocuk haklarını yasal olarak hayata geçirmeyi de bir görev bilmişti. Onun bu hassasiyeti sayesinde de Çocuk Hakları Bildirgesi, Türkiye tarafından 1920’li yıllarda imzalandı.

Çocukların ve gençlerin hakları konusunda ilk resmî girişim 1912 yılında Belçika ve İsviçre’de yapıldı. Birinci Dünya Savaşı başlayınca bu girişimler yarıda kaldı. Birinci Dünya Savaşı’nın en büyük acılarını yine çocuklar ve gençler çekti.

1920 yılında Milletler Cemiyeti’ni (Birleşmiş Milletler) kuran devletler 1924 yılında Cenevre’de bir araya gelerek ilk uluslararası Çocuk Hakları Bildirgesi’ni yazdı. Toplumun temel taşı olan çocukların yaşama, gelişme ve korunma haklarını uluslararası bağlamda ilk kez ele alan beş maddelik bildirge, 26 Eylül 1924’te, Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nda kabul edildi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, bu bildirgeyi 1928 yılında imzaladı. Bir yıl sonra, 23 Nisan’da makamların çocuklara devredilmesi geleneği başladı. Bir hafta süreyle Türk Ocağı makamlarına geçen İstanbullu ilkokul çocukları, Atatürk’e telgraf çekerek hem bayramını kutladılar hem de çocuk haklarını kabul ettiği için teşekkür ettiler.
 
Ülkü’nün “Atatürkçüğü”
Hiç öz çocuğu olmasa da Mustafa Kemal, daha savaş yıllarından itibaren pek çok küçüğü koruması altına alarak onların hamiliğini üstlendi, pek çoğunu da manevi çocuğu olarak yanına alıp evlat edindi. Manevi evlatlarını kendi öz çocuğu gibi korudu, onların iyi eğitim almalarını ve ülkelerine yararlı olmalarını sağladı.

Mustafa Kemal, en bilinen manevi evlatlarından Ülkü Adatepe’yi henüz dokuz aylıkken Çankaya Köşkü’ne aldırttı, ömrünün sonuna kadar yanından ayırmadı. İsmini kendisinin verdiği Ülkü, ona “Atatürkçüğüm” diye seslenirdi. Aralarındaki ilişki, Atatürk’ün çocuk sevgisinin adeta simgesidir; beraber protokol sıralarının en önünde oturdukları, resim sergisine gittikleri, denize girdikleri anları yansıtan fotoğraf kareleri unutulmazdır.

Gazeteci Ahmet Hidayet Reel, Atatürk’ün son günlerinde Ülkü’nün yanından hiç ayrılmadığını, onun da hep yanında Ülkü’yü istediğini anılarında anlatır. Hastalığının ilerlediği günlerde Mustafa Kemal, günler süren uykulara dalar. Kendine gelir gelmez de ne kadar uyuduğunu sorar. Bir gün yine dalar ve üç gün üç gece uyur. Doktorlar ve Atatürk’ün yakın arkadaşları moralinin bozulmaması için üç gün değil de üç saat uyuduğunu söylemeyi kararlaştırır. Durumu küçük Ülkü’ye de anlatırlar, çünkü Atatürk’ün kendine gelir gelmez Ülkü’yü görmek isteyeceğini bilirler. Öyle de olur. Atatürk uyanır ve her zaman yaptığı gibi hemen Ülkü’yü çağırır. Ona “Ülkü, ne zamandan beri uyuyorum ben?” diye sorar. Ülkü konuşulduğu gibi, “Üç saatten beri Atatürkçüğüm” der. Bu anekdot, Ülkü’nün o küçük yaşına rağmen manevi babasına duyduğu sevginin göstergesidir.
 
4f03a40c6f62218a6ec2e7dc5b2d5bc0-(1).jpg

“Dünyada bir ilk olan” Türk kızı
Atatürk’ün manevi kızlarından bir diğeri olan Sabiha Gökçen ise onun medar-ı iftiharlarındandır. Onun başarısında ve meslek seçiminde Atatürk’ün ne denli etkili olduğu yadsınamaz. Anne ve babasını kaybeden, ağabeyi ve ablaları ile yaşayan Sabiha Gökçen ile Atatürk 1925 yılında Bursa’da karşılaşır. Atatürk, onu manevi evladı olarak kabul edip Ankara’ya getirir.

Sabiha Gökçen erken dönemde okulda başarı gösterdiğinde Mustafa Kemal ona “Beni çok mutlu ettin. Şimdi artık senin için planladığım şeyi açıklayabilirim. Belki de dünyanın ilk askeri kadın pilotu olacaksın. Bir Türk kızının dünyadaki ilk askeri kadın pilot olması ne iftihar edici bir olaydır, tahmin edersin değil mi? Şimdi derhâl harekete geçerek seni Eskişehir’deki Tayyare Mektebi’ne göndereceğim. Orada özel bir eğitim göreceksin” demiştir. Sabiha Gökçen de manevi babasının güvenini boşa çıkarmamış ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu olarak onu gururlandırmıştır.
 
“O zaman ikimiz de başarılıyız”
Atatürk, çevresindeki çocuklar ile her fırsatta sohbet etmiş ve onları tanımaya çalışmıştır. Atatürk’ün yakın çevresinin anılarında yer etmiş çocuklardan biri de Atatürk zamanında uzun yıllar Meclis başkanlığı, daha sonra da savunma bakanlığı yapan Kâzım Özalp’in oğlu Teoman Özalp olmuştur. Teoman, o dönem babasının görevinden dolayı Atatürk’le sık sık bir arada bulunmuştur. Her karşılaşmalarında Atatürk onunla şakalaşır, derslerini sorar, zaman zaman da şiir okutur. Bir gün bir toplantıda Atatürk Teoman’ı yanına çağırır. Biraz şakalaştıktan sonra, “Bak Teoman, şimdi ne yapacağız biliyor musun?” der. Teoman “Ne yapacağız?” diye sorar. “Ben kulağına bir şeyler fısıldayacağım, sen benim fısıldadıklarımı yüksek sesle salona söyleyeceksin!”

“Tamam” der Teoman, kulağını Atatürk’e yaklaştırır. O günlerde devlet görevlileri, ordudaki rütbelere Türkçe karşılıklar bulmaya çalışmaktadır. Atatürk, Teoman’ın kulağına, rütbelerin Türkçe karşılığı olarak kendi önerilerini fısıldamaya başlar. Bundan böyle “nefer” denmeyecek, “er” denecektir; “zabit” denmeyecek, “subay” denecektir; "mülazım" değil, “teğmen” denecektir. Atatürk ne fısıldadıysa Teoman aynen hiç takılmadan yüksek sesle, salona söyler. Konuşma bitince büyük alkış kopar. Atatürk yavaş bir sesle “Teoman, bu alkışlar sana mı, yoksa bana mı?” diye sorar. Teoman bir an düşünür, “Bildiğim kadarıyla hep konuşan alkışlanır, ama siz olmasanız bunları söyleyemezdim” diye cevap verir. Cevap Atatürk’ü çok güldürür. Teoman’ın saçlarını okşarken, “O zaman ikimiz de başarılıyız” der.
 
“O çocuk belki de yarının en büyük kahramanı”
Tarihçi, yazar ve gazeteci Cemal Kutay, Atatürk Bugün Olsaydı adlı eserinde, Mustafa Kemal’in çocuklara yaklaşımına dair başka bir anekdot anlatmıştır. Zamanın Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın Çankaya’daki evinde verilen bir dost toplantısına Atatürk sürpriz yaparak katılır. Birlikte şarkılar söylenir, zeybek oynanır... Salonda, konuklardan birinin küçük bir çocuğu vardır. Atatürk, kendisine ikram edilen bir kutu üzümden birkaç tane yedikten sonra çocuğa dönerek, “Al bakalım, sen de ye” der. Çocuk burun kıvırarak, “Ben sevmem, sen kendin ye” diye cevap verir. Çocuğun anne babası salkımı alması için kaş göz işaret yapmaya başlarlar. Çocuk almamakta ısrar edince, Atatürk ona uzattığı üzümü kendi ağzına atarak, “Madem istemiyorsun, o zaman ben yerim” der. Çocuk umursamadan, “Amaaan, canın isterse” deyip başını çevirir. Atatürk gülerek, “Ayol, onu ben sana söyleyecektim” der. Orada bulunanlardan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey, “Paşam” der. “Karşınızda sizinle bu şekilde konuşacak kimseyi düşünemezdim."

Atatürk gülerek cevap verir: “Bugün bir hiç gibi gördüğün bir çocuk belki de yarının en büyük kahramanıdır. Onun için her kim olursa olsun istediği şekilde konuşmakta serbesttir.”

Atatürk’ün çocuklara bakışını daha güzel özetleyen bir anekdot olabilir mi? Tüm çocukların 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun…